EDEBİYAT GERİLLASI
William Lee, Canki’nin yazarı..
Dedesi hesap makinesinin mucidiydi.
Asıl adı William Seward Burroughs, uyuşturucu ve cinsellik kaşifi..
İlk cinsel deneyimini Sen Luis’li bir fahişeyle yaşadı.
Sonraları cinselliğin sapkın çukurlarında buldu kendini, New York’ta, Harlem’de, Tanca’da…
Lezbiyen buluşmaları, striptiz klüpleri, gay barları…
Sınırlarda gezinmenin müdavimi..
Ailesi zengindi, tuzu kuruydu. 1936’da Harvard’dan mezun oldu. 22 yaşındaydı.
Genç, ateşli ve burjuvaydı ama nefret ediyordu.
Üniversiteden mezun olduktan sonra ailesi ona düzenli bir aylık sağladı. Bu durum 25 yıl boyunca rahatlıkla sürecekti.
Geleceğini maddi olarak garanti altına almıştı. Çalışmak zorunda değildi.Özgürlüğe giden trenin en ucuz biletine sahipti artık, istediği yerde dilediği kadar yaşayabilecek ve aklına eseni yapabilecekti, bir rüya...ucuz bir rüya...
Hikayesi karmakarışık, deliliklerle doludur..
Üniversite yıllarında tanıştığı Joan Vollmer’la yaşamaya başlar. Burroughs’un eşcinsel eğilimlerine rağmen Joan daha sonra onunla evlenecektir. Kaldıkları apartman dairesini Jack Kerouac ve eski eşi Edie Parker’la birlikte paylaşırlar.
O yıllarda Burroughs morfin kullanmaya başlar ve kısa bir sürede bağımlı olup eroine geçer. Eroin morfinden 7 kat daha etkilidir ve bir o kadar da tehlikeli ve ölümcül.
Ama bağımlılık böyle prospektüs detaylarıyla ilgilenmez ve kendisini var edebilmek için insanı sonuna kadar sömürür. Burroughs’ta bağımlılığını besleyebilmek, eroin bulabilmek için satıcılığa başlar.
Bağımlılık yaratan bir bağımlıdır artık.
Joan’da Burroughs gibi bir bağımlıdır. Amfetamin ve benzedrin gibi maddeler kullanır. Bu sorunu yüzünden ilk kocası tarafından terkedilmiştir zaten ama Burroughs için tam bir kafadengi olur böylece.
Bir süre sonra William Lee narkotik şube tarafından şüpheliler altına alınır ve uyuşturucu bulundurmak ve satmaktan dolayı Sen Luis’e ailesinin yanında ev hapsine çarptırılır. Yalnız kalan Joan’un bağımlılığının kendisine ve çevresine karşı tehlikeli seviyeye geldiğine inanan şube Joan’u da hastanaye kapatır. William ev hapsinden kurtulur kurtulmaz New York’a geri döner ve Joan’u hastaneden çıkarır.
Her şeyi geride bırakmak adına birlikte Teksas’a giderler.
Kısa süre içinde Joan hamile kalır ve William’a bir erkek çocuk verir. Bu gelişmeyle birlikte Teksas’ta ayrılıp New Orleans’a dönerler.
Burroughs yakasını polisten bir türlü kurtaramaz, polis Burroughs’un evini tekrar arayacaktır. Allen Ginsberg’le uyuşturucular üzerine birbirlerine yazdıkları mektuplar bulunur. Zaten fişlenmiş olan Burroughs paçayı kurtarmak için Meksika’ya kaçmaya karar verir. Joan’u da yanına alıp Meksika’nın yolunu tutar Burroughs. Tam onlara göre bir yerdir Meksika, içki, uyuşturucu, oyunlar..
Kafalarına göre takılırlar...
Sıklıkla Amerikan tarzı bir bara atıyorlardı demiri. Çokça içiyor ve partilere katılıyorlardı. Yine böyle, ‘’kafalarının yüksek’’ olduğu bir gece ‘’William Tell’’cilik oynarken olan oldu. Bu sıklıkla oynadıkları garip bir oyundu. Burroughs silahlara düşkündü ve kafaları güzelken karısı Joan’un başının üstüne bir bardak koyar ve bu bardağa silahıyla ateş ederdi.
Kendi aralarında oynadıkları hata şansı olmayan bir oyun..
Eninde sonunda olacak olan o gece olmuştu. William Joan’u alnının çatından vurmuştu.
13 gün boyunca hapisanede kaldı ama Meksika’nın garip bir yasasından yararlanıp serbest bırakıldı. Karınızıdan kurtulmak istiyorsanız onu Meksika tatiline çıkarın, temiz iş..
Joan’un ölümünden sonra ilk romanı Canki’yi 1953 yılında yayımladı. Karısının ölümü hayatını büyük ölçüde değiştirmişti. Edebiyat sahnesinden William Burroughs adında biri geçtiyse eğer bunun en büyük sebebi karısıdır. Joan öldükten sonra içindeki hiç bir duyguyu ve dürtüyü kontrol edemez William, ölümü büyük bir yaratıcıyla bağlantı kurmasını sağlar, ruhun çirkinliklerini ve uzun bir mücadeleyi öğretir ona. Yaşamasının tek yolunun yazmak olduğunu gösterir. Joan’un ölümünden sonra William kendini Güney Amerika yollarına vurur. Yage adında bir uyuşturucunun peşindedir, bu madde güçlü bir telepati yetisi sağlamaktadır. Yage’yi buldu mu bulmadı mı bilinmez ama belasını bulduğu bir gerçektir Burroughs’un. Çeşit çeşit uyuşturucunun şeytani diyarlarında kaybolur, yüzdüğü sular karadır, kendi ruhu gibi, zekası gibi karanlıktır.
Güney Amerika’dan döndükten sonra ağır buhranlar geçirmeye başlar William. Uyuşturucudan mimlenmesi sebebiyle şehirler arasında da rahatça dolaşamamaktadır. Bu yüzden zamanının çoğunu ailesinin yanında Florida’da ve Allen Ginsberg’le birlikte New York’ta geçirmeye başlar. Eşcinsel eğilimlerini hiçbir zaman saklamıştır aksine ifade etmiştir Burroughs. İlaç bağımlılığı ve eşcinsellik, çalışmalarının çoğuna egemendir. Çarpıcı bir kurgu var etmek için baskın inanışların tüm alanlarından, filmlerden, resimlerden, dinlerden, cinsel tercihler ve sapkınlıklardan, tüm uyuşturucu figürlerinden parçalar söküp kendi bakışıyla kolajlar yaratır Burroughs. Tüm bu yenilikçi ve cesur davranışlarının yanı sıra Ginsberg’e karşı edebiyatın dışında da bir ilgi duymaktadır. Zaten Ginsberg’i ciddiye almasının en büyük sebeplerinde biri de budur. Ginsberg’ten de umduğu seksüel ilgiyi bulamayınca buradan da ayrılır ve Roma’ya gider.
Orada tanıştığı birkaç kişinin de etkisiyle Roma macerası kısa sürer ve Tanca’ya gitmeye karar verir Burroughs.
İşte Interzone günleri burada başlar.
Bu bölge eşcinsel taleplerin ve uyuşturucunun kolaylıkla karşılanabildiği bir yerdir. Özellikle Amerikan ve İngilizlerin yoğun ilgisi altındadır o dönemler. Ruhların ve bedenlerin başka türlü bir boyutta demlendiği ve zevkin bilinenden çok uzak bir düzlemde eritildiği bu yer, diğerlerinin sapkın dediği farklı yaşam tarzı sahiplerinin cenneti gibidir.
Interzone ve Çıplak Şölen burada başlar.
Bir ara Ginsberg ve Kerouac, Burroughs’u Tanca’da ziyaret eder ve romanını yazması için onu cesaretlendirirler. Naked Lunch isimi de bu süre içerinde, Ginsberg’in yaptığı bir hata ve bu hatayı kurgulayan Kerouac sayesinde ortaya çıkar.
Burroughs yine bir bar gecesi Tanca’da İsviçreli bir ressamla tanışır. Resimlerini pek heyecan verici bulmasa da daha sonra romanlarında kullanacağı kolaj tekniğinin ilhamını buradan alır.
Interzone, Burroughs’un kurguladığı hükümsüz ve bağımsız bir metaforik şehirdir. 2.Dünya savaşından sonra Tanca suçluların, artistlerin, bağımlıların bir nevi kaçış ve kayboluş noktası haline gelir. Tanca’ya ziyaretine gelen oğlu Billy için babasıyla karşılaşması büyük hayal kırıklığı olur. Sürekli uyuşturucu etkisinde olan ve yazan biriyle karşılaşan herkesin yaşayacağı gibi.
Tanca günleri biter ve Paris’e gider Burroughs.
Bir ara Gregory Corso, Allen Ginsberg, Jack Kerouac, Peter Orlovsky ve diğer beat'lerle birlikte adına ‚’The Beat Hotel’’ dedikleri eski püskü sıradan bir motel yıkıntısında konformizm karşıtı ve komün bir yaşam sürer.
1966’da Paris’ten ayrılarak bir süre uyuşturucu tedavisi görmek için Londra’ya gider. Bu konuda uzmanlaşmış ve konuyla ilgili o yıllarda çok meşhur olan İngiliz bir doktordan yardım alır.
Daha sonraları Rolling Stone grubunun starı, artık hiçbir şekilde ölmeyeceğine inanılan Keith Richards’da aynı tedavi yöntemini kullanmıştır.
Hippi karşıt kültürünün Burroughs’un ilk çalışmalarını keşfetmesiyle, bu duruşun edebi kanadının öncülerinden biri haline gelir Burroughs. Amerikan popüler kültürüne karşı çıkar. Dönemin diğer karşıt figürleriyle de yakın bir ilişki içine girer. Bu isimler arasında Andy Warhol, Lou Reed ve Patti Smith’de bulunmaktadır.
Tüm bu uyuşturucu, karşıt duruş ve yazın süreci içinde çok önemli bir rolü vardır Burroughs’un, özellikle de beat’ler arasında.
Ginsberg bir edebiyat devrimcisiyse eğer Burroughs bir edebiyat gerillasıdır, devrim lafı onun için hafif kalır. Burroughs’un dünyası karanlıktır, korkutucudur ve bir kehanet niteliği taşır.
Burroughs’un duruşu bomboş bir motelin kasvetli odasında bir sandalyede, tamamen ifadesiz bir şekilde izole ve yalnız bir tablonun içinden fırlamış bir figür gibi sessiz ve hareketsizdir. Burroughs her zaman bir fotografın negatifi gibidir.
Burroughs beat’lerin beyinsel uzamıdır. Sürekli çalışan, sessizce gizli buluşlar yapan bir makineye benzer. Semavi bir serseriden ve ucuz bohemden ötedir.
Tüm beat’lerin arasında ki yeri bambaşkadır ve diğerlerini kategorize edecek kavramsallığa da sahiptir. Burroughs, Jack Kerouc’la Allen Ginsberg’in arasında ki farkı açıkça belirtir. Ginsberg 17 yaşında Kerouac’la tanıştığında ona, çalışan sınıflara yardım etmek için hukuk okumak istediğini söyler. Kerouac ise; ‘’hayatında bir gün bile bir fabrikada çalışmadın, emeğin ne olduğu hakkında hiçbir fikrin yok’’ dediğini belirtir. Ona göre Kerouc, dibe vurmuş insanları romantikleştiriyor, Ginsberg ise komik bir rüyanın içinde yaşamaktadır. Burroughs iki kutbun en düşünseli ve zekisidir. Onun yardım eden ve alanla yada muhtaç ve hükmedenle işi yoktur. Onun işi kendisiyledir.
Paris, Londra, Meksika, Fas serüvenlerinde olabildiğince savrulmuştur ama bunlar Burroughs’ı besleyen faktörlerdir ve fakat diğer bir uçta da kazayla ölümüne sebep olduğu karısından olan oğlu vardır Uzun zamandır oğlu Billy’i görmüyordur William. Billy ise yazarlığa başlamış ve adından ikinci nesil beat yazarı olarak söz ettirmeye başlamıştır. Ancak Billy ailesi ve arkadaşlarından oldukça uzaklaşmış yazmakla birlikte kendini ağır içiciliğe kaptırmıştır. Kısa zaman içinde siroz olduğu ortaya çıkar. Karaciğer nakli yapılması gerekmektedir. William Burroughs bu sağlık operasyonları boyunca oğlunun yanında olur, Ginsberg’te Burroughs’un yanında.
Ameliyat sonrası Billy için değişen bir şey olmaz. İçki içmeye devam eder ve karaciğer nakli sonrasında kullanması gereken ilaçları almayı keser. 1981 yılında Florida yakınlarında cesedi bulunur. Babası gibi o da eroin bağımlısıdır.
Bu korkunç haberi Burroughs’a Ginsberg iletmek zorunda kalır.
Oğlunun ölümünün Burroughs’u baştan aşağı silkelediği ve oldukça sarstığı bir gerçek. Bu olayın etkisiyle Burroughs 1983’te Kansas’a yerleşti ve geri kalan zamanın çoğunu orada geçirdi. Son zamanlarında yazmanın yanında resim yapmaya vermişti kendini. Bitirdiği resimlere tabancayla ateş ederek delik deşik ediyor, eserine son şeklini veriyordu. Burroughs’un bu delik deşik resimleri bir hayli tutulmuştu.
1989’da yönetmen Gus Van Sant’ın Drugstore Cowboys filminde bir rol aldı ertesi yıl ise Dead City Radio adında bir albüm çıkardı. 1991 yılında ise David Cronenberg, Burroughs’un romanı Çıplak Şölen’i sinemaya taşıdı ve yine klasik bir Cronenberg yorumuyla filmi kült kategorisine taşıdı.
Beat’lerin aralarında en uçuk, en zeki olan ve en fazla yapıt vermiş olup da, en nihilist yaklaşıma sahip olan Burroughs'dur. Görünmez adam olarak kalmayı tercih etmesine karşın zekasını gizleyemez. Bu denli fazla uyuşturucu almasına rağmen 83 yaşına kadar yaşamış kalender meşreptir. Hayatı boyunca uyuşturucu kullanarak, yazarak ve sevişerek, bir yenilikçi bir edebiyat gerillası olarak yaşamıştır.
Yalın İnce
13 Ocak 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder