İNSAN, MODERN YAKIT MADDESİ
Teknoloji modern zamanlara hükmediyor. İnsan zekasıyla yaptığı birliktelik evreni bulanık, belirsiz bir kabusa dönüştürüyor.
İnsan duyguları, gelişimin eziciliği ve teknolojinin kulakları sağır eden metalik çığlıkları altında boyut değiştiriyor. Ruhlar mekanikleşirken sapkın istekler naifliği sessizce yakıyor.
Hakikati ve geçmişi umarsızca göz ardı eden modern teknoloji, termonükleer bir gelecek yaratmaya bileniyor. İnsan zihnini uydurma olaylar reklamcılığı, politika, bilim ve pornografiyle kuşatarak modern çağın hilkat garibelerini, gudubet siyam ikizlerini ; seks ve paranoya çılgınlığını yaratıyor.
Gaz pedalı sonuna kadar köklenmiş, ibresi kadranı zorlayan ve lastiklerinden yanık kokuları gelen dünya, insanları tehlikeli bir yolculuğa sürüyor. Yaratılan düzen yaratanları ele geçirerek hız limitlerini deliyor. Kafaları dönen ve ruhlarının yetişemediği bedenler bilinçaltlarındaki zebanilerle tanışıyor. Zekanın kışkırttığı ve beslediği teknolojik sapkın canavarlar firar etmeye hazırlanıyor.
Teknolojinin dünyaya tek katkısı bireyi klonlayarak aynı zaman biriminde farklı kimliklere büründürebilmesi, artık herkes tasarladığı kişi ve kişiler.. Orijinal benlikler teknoloji hapishanesinde tutsaklar…
Teknoloji bilinçaltlarına tüm metalik kordonlarıyla yapışarak modern gezegeni kurduruyor tutsak insanlara…
Modern, hızlı, metalik ve yalnız gezegeni…
Gittikçe süratlenen ve şoför koltuğunda kaçık bir teknolojinin oturduğu dünyanın el frenine korkusuzca asılan, teknoloji tapınmacılığına Yeni Dalga’ ya öncülük ederek karşı duran, simülasyon evreninin büyük savaşçısı James Graham Ballard şiddetle bezenmiş bu sapkın yarışa meydan okuyor.
Yeni dönemin bilim kurgu edebiyatçılarından Ballard,
15 Kasım 1930’ da ciğerlerine ilk defa hava doldururken dünyanın bu denli mekanik bir sirke dönüşeceğini bilemezdi. Dünyanın en kaotik şehirlerinden biri olan Şangay’ da doğmuştu. Babası Manchester merkezli bir tekstil firmasının Şangay’ daki yan kuruluşuna başkanlık eden bir kimyagerdi. Çocukluğu Şangay’ da geçen Ballard, Pearl Harbour baskınından sonra diğer yabancılarla birlikte Lunghua tutsak kampına gönderildi. Bu kampta yaklaşık 2000 mahkum, kirli gecekondularla dolu bir kasabada tutuluyordu. Çakı ve tornavidalar gizli korunma silahlarıydı ve herkes çıldırmak üzereydi. Bombalanmış, yıkık bir binadan kırık bir kasaturayı cebine sakladı ve geceleri kapatıldığı gecekonduların tuğlalarını kanırtmak için onu tamir etti. Zamanla açtığı delik artık bedenini öte yana geçirebileceği bir boyuta ulaşmıştı. Kaçtı. Ta ki bekçiler onu yakalayıp palalar ve muştalarla hayatın sert yüzünü küçük bedenine kazıyana dek.
Savaş anılarında her zaman yüzleşmekten kaçındığı gizlenmiş huzursuzluklar olduğunu söyleyen Ballard, yüzüne bile bakmayan ve onunla asla konuşmayan Çinli gardiyanlar tarafından büyütülecekti. Diğer mahkumlarla haşlanmış pirinç ve patatesi aynı kaplardan yiyiyor, birbirlerinin kollarında uyuyorlardı. Çin’ de bir tutsak kampında geleceğin simülasyon evreninin ilk büyük romanını yazacak küçük İngiliz yaşamın vahşi umarsızlığıyla bileniyordu.
1942 yazında savaş bittiğinde 2 yılı aşkın bir süreyi bu kampta geçirmiş olan Ballard ölüm rüzgarının bir sonra ki kasırgaya kadar dinmesiyle İngiltere’ ye döndü. Adanın sıkıcı gri havası ve mutsuz insanlarıyla başa çıkmanın savaşta olmaktan daha zor olduğunu düşünüyordu.
Savaşın gaddar yıkımından etkilenen Jason Graham Ballard vahşi doğayı ve kıyameti kurmacalarında işleyecekti. Tutsak kampında yaşadıklarını temel alarak 1984’ te Güneş İmparatorluğu adlı kurmaca kitabını yazdı. Bu kitap daha sonra ünlü yönetmen Steven Spielberg tarafından beyaz perdeye aktarılacaktı. Savaş anılarını yazmasına rağmen savaş hakkında konuşmanın bile gereksiz ve saçma olduğunu söyledi birkaç kez. Yaşadıkları zaman zaman çelişkili ifadeler kullanmasını sağlayacak kadar derin ve sarsıcıydı. Savaşın ihmalkar gerçeküstücülüğünü, terkedilmiş vilayetlerin derin sessizliğini, istenmeyen bir yolcu bagajı gibi yolun kenarına fırlatılmış ölü bedenleri hangi garip normallikte ifade edebilirdi ki insan.
İngiltere günleri başlayan Jason 19 yaşında psikiyatri okumak üzere Cambridge’ de üniversiteye gidecekti. Psikanaliz – ruh tahliline ve resime ilgi duyuyor, gerçeküstücü ressamlardan etkileniyordu. Tıp ve resim arasında kurduğu bu etkileşim onu kurmaca hikayeler yazmaya sevk etti. İki yıl sonra annesi ve kız kardeşinin Çin’ e babasının yanına dönmesiyle İngiltere’ de yalnız yaşama adımını atacaktı.
Tıp kariyerini kovalarken yazar olmaya karar veren Jason üniversitenin 2. yılında yazdığı ‘’ The Violent Noon’’ kısa hikayesiyle suç hikayeleri ödülünü alacak ve yazısı bir öğrenci gazetesinde yayınlanacaktı.
Hikayesinin yayınlanmasıyla cesaret bulan Jason tıp eğitiminin kendisini yazmaktan alı koyduğuna karar verecek 1952’ de tıp çalışmalarını terk ederek Londra Üniversite’ sine İngiliz Edebiyatı okumaya gidecekti. Kısa hikayeler yazmaya devam eden Jason’ ın hevesi hikayelerini yayınlayacak bir yer bulamamasıyla bir parça kırıldı. Kafası karışan genç yazar, 1953’ te soluğu Kanada’ da alacak ve Saskatçevan’ da ki Kraliyet Hava Kuvvetleri’ ne katılacaktı.
Genç, uyumsuz, çocukluğu savaşın içinde geçmiş, kafası karışık bir yazarın seçimleri kısa sürelerde inanılmaz farklılıklar gösteriyordu. Tıp eğitimden edebiyata, edebiyat eğitiminden hava kuvvetlerine savruluyordu.
Ya da başka bir açıdan bakılırsa geleceğin en büyük bilim kurgu yazarlarından olacak Ballard, bilim kurgunun tüm dinamiklerini tek tek hatmediyordu.
Tıp-bilim, edebiyat-kurgu, askerlik, savaş ve çarpışma…
Bir dakika sonra ne olacağını bilemediğimiz gibi bir satır sonrasından da emin olamayız…
Kanada’ da Amerikan dergilerinde yayınlanan bilim kurgu yazılarını keşfetti. Hava Kuvvetleri’ ndeyken ilk bilim kurgu hikayesi olan ‘’ Passport to Eternity’’yi yazdı.
Bir yıl sonra Hava Kuvvetleri’ nden de ayrılarak İngiltere’ ye geri döndü. 1955’ te Helen Mary Mattheus’ la evlendi ve 3 çocuğunun ilki takibeden yıl dünyaya geldi.
1957’ den itibaren ‘’Kimya ve Endüstri’’ adında bilimsel bir dergide yardımcı editörlük yapmaya başladı.
Gelişen yazma dürtüleri onu sürekli yeni şeyler keşfetmeye itiyordu. Popüler sanata yaklaşımı ve bilim kurguda ki öncül meyillenmeleri zamanının ana görüşü tarafından rahatsız edici bulunacaktı. Aynı yıl Londra’ da katıldığı Bilim Kurgu Kongresi’ nde karşılaştığı gerici tutum onu büyük hayal kırıklığına uğratacak ve bir yıl boyunca hiçbir hikaye yazamayacak kadar moralini bozacaktı.
En sert buzlarla hep en öndekiler karşılaşır ve şans en yorgun, en güçsüz anlarda vazgeçmemektir.
1960 yılına kadar dergideki işine devam eden Ballard aynı yıl tüm zamanını yazarlığa vererek işten ayrıldı. İlk romanı ‘’ The Wind From Nowhere’’ i iki haftalık bir tatilde yazan Ballard profesyonel yazarlığa ilk adımını atmıştı.
Dört yıl sonra eşini zatüreden kaybetmesinin derin acısıyla ve üç çocuğunu yalnız yetiştirme süreciyle başa çıkabilmek için karısının ölümünü konu aldığı kurmaca bir roman olan ‘’The Kindness Of Women’’ ı yazdı.
Müstehcenlik içeriğiyle tartışmalara yol açan çalışması ‘’ The Atrocity Exhibition yayıncı kuruluş tarafından dağıtıma girmeden tamamen imha edildi.
Ballard, yazarın rolünün, yetkesinin ve dileğince davranma özgürlüğünün değiştiğine inanıyordu. Ona göre artık yazar, bir anlamda hiçbir şey bilmiyor ve ahlaki bir bakış açısıda yoktu. Bu noktadan sonra, ona göre yazarın rolü safariye çıkmış ya da laboratuarda çalışan, bilinmeyen bir yerde ya da denekle karşı karşıya olan bir gezginin ya da bilim adamının üstlendiği rolden farklı değildi. Yazarın bütün yapabileceğinin, çeşitli varsayımlarda bulunup bunları gerçekler karşısında sınamak olduğunu savunuyordu.
1970 yılında Ballard, kaza geçirmiş arabalardan oluşturduğu bir sergi düzenleyecek ve hasarlı otomobilleri vandalizmi iğneleyici bir tutumla teşhir edecekti.
Araba kazalarında ki cinsel potansiyele kafayı takan Ballard, zihnindeki tekno-cinsel meşguliyetlerle 1973 yılında yazacağı ‘’Çarpışma’’ romanına doğru ilerliyordu.
Mekanikleşen dünyanın yeni cinsel sembolleri; arabalar ve insanın yarattığı teknolojiyle kendini yok etme güdüsünü kesiştiren Ballard otomobili bireyin günümüz toplumundaki konumunu belirten, bütünlüklü bir eğretileme olarak kullanacaktı.
1993’ te David Cronenberg tarafından beyaz perdeye aktarılan bu oto-erotik roman, rahatsız ediciliği ve karşılaştığı sert tepkilere rağmen sansür tartışmalarından sıyrılarak Cannes Juri özel ödülünü alacaktı.
Ballard’ a göre dünyayı ele almanın en akıllıca ve en etkili yolu, onun bütünüyle kurgudan oluştuğunu varsaymaktı. Kocaman bir roman içinde yaşayan Ballard, kurgusal bir içerik aramaktansa artık icat etmeye yöneliyordu. Modern dünyada kurguya ihtiyaç yok, kurgu zaten önümüzde. Bir insanın tüm yaşamını kariyer planlaması adı altında kesen, biçen, kurgulayan şirketler bile var artık.
Artık dünya insanın yaşam alanı değil, insan teknolojinin fethettiği dünyanın besin kaynağı, sabah kahvaltısı, öğlen, akşam yemeği…
İnsan artık iyi cilalanmış güzel kokan bir yemden ibaret…
İnsan artık modern dünyanın yaşayabilmesi ve gelişebilmesi adına ömrünü verecek bir yakıt maddesi…
Yalın İnce
13 Ocak 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder