27 Ocak 2008 Pazar

KALEM VE TEN

KALEM VE TEN

Düşmüş kadınlar..
Zevkin kıymetini bilen
Ateş harelerini ucuz saniyelerine serpiştirebilen.
Fosforlu bir balığın depreşen yüreğini göğüsleri arasında patlatıp
sıçrayan kanlardan ağulu kokular demleyen
Yorgun kadınlar
Yakmayı harcamak olarak görüp
Tükettikleri her anı tanrısal bir anaçlıkla bezeyen
Damlayan terlerle bedenini sulayan sonsuz ve soysuz bir ağaç kökü gibi..
Yaralı kadınlar..
Buzdağının kırılan kılıçları kalplerini yırtan, ölümü bir serenat, aşkı ise bir matem senfonisi gibi seslendirenler..
Anne olanlar, yalnız uyuyanlar, gözlerini her gece hasret yağmurlarıyla ıslayanlar

Ulaksız gecelerin bitmek bilmez bekleyişlerini, tenlerinin en mahrem adalarının hayalleriyle geçirdiğim, isimlerinden yolsuz kentler yarattığım, tenha kırık sokaklarında bir parça karşılık bulamamış hüzünleri kovaladığım, boyunlarında, yorgun bileklerinde hayaller kurduğum, saçlarını asi bir atın yelesini kavradığım gibi doladığım, çığlıklarını bir posta kutusunda sahibini bekleyen eskimiş mektuplar gibi okuduğum, göz yaşlarıyla ruhumu sildiğim, ateşleriyle içimdeki çocuğu ısıttığım ve yalnızlıklarıyla yalnızlığımdan kaçtığım ölümcül yaratıklar..

Bedenim algın kaybolmuşluğunuzun parlak bir feneri gibi yandı. Sözlerim hiç duyulmamış, seslendirilememiş sessiz bir filmin anlatıcısı, ağlayamadan doğan bir bebeğin acı dolu haykırışlarıydı. Aldıklarım ve verdiklerimle yürüdüm, kasıklarım ağrılarla dolana dek geceleri günlere bağladığım, yeni yetme bir zeytin ağacını kısrak sopalarıyla dövdüğüm gibi öptüğüm memeler, kokladığım bacaklar, parçalamaktan son anda geçtiğim kalçalar ve en dingin Ege dalgalarıyla, kalender sahillerde yaktığım tutku dolu ateşler..

Bilmeye, anlamaya çalışmadım hiçbir zaman sizleri. Anlaşılamaz ve bilinemez bir gezegenin dünya sürgününe gönderilmiş mahkumlarıydınız.
Sevmeyi de bilemedim belki de.
Hayal kırıklarının hüsran mürekkebine batırıldığı, acıtan ve yakan çizgilerin yüreğinizi dağladığı bir zamandaydık her birimiz..ve hepimiz.
Ben ve kadınlarım…
Sevişmelerimiz içimizde ölen çocukların matem ağıtları gibiydi, ölüm bile bir an sonraki zevk çığlığından daha az korkutucuydu, ve kanadı kırılmış bir martı, mürekkebini salmış bir ahtapottan daha fazla ürküyorduk karanlığın kaybolmasından.
Sevişmek tek dilimiz, zamanı yakmak tek becerimizdi..

Biz böyleydik…
sevişmeler ve kalemler yaratıyordu hayatımızı..



Yalın İnce

Hiç yorum yok: