13 Ocak 2008 Pazar

Irvine Welsh - Kara Satırlar

SEÇ

Hayatı seç. İş bul. İşinde ilerle. Aile kur. Büyük ekran bir televizyon al. Çamaşır makinesi, araba, elektrikli konserve açacağı al.
Sağlıklı yaşamı seç. İpotekle ev al. İyi bir ev için daha fazla çalış. Arkadaşlarını seç. Hobilerin için ayrı giysiler ve uyumlu çantalar kullan. Doğru dürüst bir çatısı olan, üç odalı pahalı bir daire kirala. Kanepede otur, televizyonun beynini yıkamasına izin ver, ruhunu yarışmalarda sat ve bir şeyler tıkın. Tüm bunları yaptıktan sonra intihar et. Sırf neslini devam ettirmek için ürettiğin bebelerin ortalığa işemelerini izle.
Geleceğinizi seç.
Hayatı seç.

Hayat tüm çıplaklığıyla avuçlarının içinde ama bu kontrol altında tutabileceğin anlamına gelmez. Sadece sıcak ve yakın. Birlikte olmak istiyor ama kolay kolay boyun eğeceğe de benzemiyor. Kararlar vermeye, seçimler yapmaya zorluyor. Ait olmaya ve kaygılar edinmeye itiyor. Belki bir şans verdiği söylenebilir - her şeye rağmen gülümseyenlerdensen eğer - ama bu şansı değerlendirme yollarıyla ilgili fazla seçenek sunmayışı hiç beklemediğin bir anda sarsıcı bir tokat gibi yüzünde patlar. Ya suratında bu tokat iziyle hala gülümsemeye çalışan bir aptal gibi görünürsün ya da kötü günler için biriktirdiğin duygularını cebinden çıkarır, gözyaşlarını siler ve onları yürüdüğün ıslak ve soğuk yolda bir bir ardında bırakırsın, duygu cesetleriyle dolu mazgallardan süzülen suyun onları kanalizasyona götürmesini izlersin.

Hayat sana sunduklarını beğenip beğenmemeni de pek umursamıyor, düşünme zamanı ise hiç tanımıyor. Bir kere geleceğin için kaygılandığını fark etmesin, korkunu sezmesin, işte o zaman ağır darbeyi indirmeye başlıyor ve tüm gücüyle seni şekillendirmeye, sıradanlaştırmaya koyuluyor. Aksak ritimlerini, mizah anlayışını ve boş verebilme becerini yavaş yavaş elinden alıyor.

Gizlice sürüklenmeye başladığın son, sıkıcı ve disiplinli bir rutinin başlangıcı haline geliyor. Artık önemliler listesinde maddi beklentiler yer almaya başlayacak ve ne kadar uğraşırsan uğraş listede bir azalma olmayacak hatta sabit bile tutamayacaksın. Her geçen gün daha da uzayan bu liste öldüğünde dünyaya bıraktığın tek şey olacak ve toprağın altına gireceksin. Bedenin çürüyecek ve etini böcekler yiyecek, yok olmaktan beter olacaksın.

Bu kara satırlara hayatın kutsallığına inanan ve yaşam ateşi içlerinde bir an olsun azalmayanlar kolayca gülüp geçebileceklerdir. Ama toplumun kenara itilmiş, gelecekleri belirsizlik altında olan, dünyanın her yerinde ortak sorunları paylaşan, düzenle ve toplumla uyumsuzluk yaşayanlar kendilerini salıverdikleri boşlukta bu kadar güçlü olamayabilirler. Bu kayıp kuşağın şiddete, ölüme ve bağımlılığa yazgılı yaşamlarını otoriter ve öğüt verici anlatıma sırt çevirerek, sürüklenenlerin tarafından hiçbir kaygıya bağımlı olmadan anlatıyor Irvine Welsh.

Gerçekleri ve sorunları ortaya koyarken ahlaklı ve örnek olmayı tercih etmiyor. Pis kokuların yanında, kayıp hayatların içinde gençliğin büyük düşüşünü açıkça, içlerinden biri olarak sunuyor. Irvine Welsh’ in anlatımında çokbilmişlik ve ya aptal idealistlik yok, samimiyetsiz eleştiri ve siyasal zırvalamalarda yok. Tutunacak değerleri yok edilmiş tüketim toplumunda kendilerini boşlukta arayan gençliğin dramatik ve kara mizahi hayatları var.

Welsh, 90’lı yıllarda İngiltere’ de ‘’X kuşağı’’ olarak bilinen, psikolojik travmaları günlük ve sıradan hale getirmiş gençlerinin sorunlarından yola çıkıyor. Cesur anlatımı, etkileyici ironik dili ve şaşırtıcı diyaloglarıyla avangart yeraltı edebiyatının sınırlarını zorluyor.

Kimyasal neslin şairi, alt kültürün, Avrupa işçi sınıfının popüler yazarı Welsh, 1961 yılında İngiltere, Edinburgh’ da doğdu ve işçi mahallesi olan Muirhouse’ da büyüdü. 16 yaşında okulu bırakarak yeni oluşmaya başlayan Punk Rock piyasasına katılmak için Londra’ ya taşındı. Londra’ da barmenlikten dj liğe eğlence hayatının farklı kademelerinde ve onca farklı işte çalıştı.
İngiliz gençliği o yıllarda asit müziğiyle tanışıyordu ve uyuşturucu kullanımı her zaman ki gibi hat safhadaydı. Bu yönelimlerin içinde genç Welsh’ de kendini akıntıya bıraktı ve her türlü eğlence ortamında bulundu ve gençliğin yeni trendi asit, eroin döngüsüne kendini kaptırdı. Welsh yaşadıklarını deneyim olarak nitelendirebilecek ve içinden sıyrılabilecek kadar şanslıydı, 80’lerin sonuna doğru yeniden Edinburgh’ a döndü ve üniversitede bilgisayar okurken bir yandan da yazmaya başladı. ‘’The Acid House’’ Britanya’ da 1994 yılında basıldı, aynı yıl 1993 yılında yazdığı ve dünyada en çok tanınan romanı ‘’Trainspotting’’ yayınlandı.

90’ lı yılların İngiltere’ sinde Kraliyet’ in arka bahçesi İskoçya gençliğinin işsizlik ve uyuşturucu batağı içinde nasıl bir suç makinesi haline dönüştürüldüğünü, uyuşturucunun özellikle kayıp genç kuşağın üzerinde yarattığı tükenmişlik etkisini, suçu teşvik edişini gerçek olayların merkezinden, gençlerin hayata bakışlarından yola çıkarak çarpıcı bir şekilde ortaya koydu.
Bu sosyal içeriğiyle Trainspotting alt kültürün kilometre taşlarından biri oldu. Kitabın asıl popülaritesi 1996 yılında yönetmen Danny Boyle’ un kitabı sinemaya uyarlamasıyla gerçekleşti. Olgunlaşma ve modern dünyaya ayak uydurma süreçlerinde sırtlarını dayayacakları bir değer bulamayan ve boşluklarını uyuşturucuyla dolduran gençliğin hikayesi yine aynı insanların gözdesi haline geldi.

68 kuşağının, anarşizm ve devrim arayışlarının hayal kırıklığıyla sonuçlanmasıyla küreselleşme sürecini yaşayan dünya, medyanın yarattığı içi boş, parlatılmış değerlere tutunmaya çalıştı. Dejenere toplumların dışladığı genç kuşak Irvine Welsh’ in hikayelerinin başkahramanları oldu.
Dünya materyalizm furyasına kapılmış doğayı ve insan ruhunu durmaksızın tahrip ederken Welsh’ in anlattığı karakterler bu oluşuma her şeyden ve herkesten kaçarak, geleneksel moral yapısına, burjuva hayat tarzına, toplum tarafından konulmuş tüm normlara ve insanı duyarsız bırakan tüm tutumlara kendilerini boşluğa bırakarak başkaldırdıklarını sanırken aynı şiddet ve tüketimle kendi sonlarını özgür kişisel tercihler adı altında hazırlıyorlardı.
Farklı bir yaşam tarzı seçemeyerek yaşamı seçmemeyi tercih ediyorlardı. Welsh bu çelişkileri trajikomik bir örgüde işlerken ahlaki değerlerin savunucularını ve bozucularını aynı kürsüde sorguya çekiyordu. Bir uyuşturucu kullanıcısının sıkı bir işçi sınıfı savunucusu, mevkili bir spikerin sapkın bir çocuk düşkünü, bir ölü sevici, önemli bir iş adamının düşkün bir eşcinsel, güzel ve dürüst bir kadının bir hilkat garibesi olmasındaki ahlaki ve sosyal katmanları üstü üste dizerken modern yaşamın çarpıklıklarını ve adalet mekanizmasının çöküşünü gözler önüne seriyordu.


Trainspotting filminin dünya çapında tanınması ve kült film olarak nitelendirilmesinin başlıca sebeplerinden biride ortaya koyduğu değerler çatışmasına tarafsız bir duruşla yaklaşabilmesidir. Esasen trainspotting İngiltere’ de genelde küçük çocuklar tarafından yapılan, bir tren istasyonunda oturup gelen geçen trenlerin numaralarını bir kağıda kaydetme oyununa verilen isimdir.
Türkiye’ de de popüler olmuş bu eser, ‘’Semaver Kumpanya’’ tiyatrosu tarafından şu sıralar sahneleniyor.
Hayatıda önünden geçenlere müdahale ya da itiraz etmeden not ediyor Welsh, hızla gelişen, modern kavramını bile her gün hızla değiştiren dünyanın, özellikle kayıp genç kuşağın akıp giden hayatlarının karşısına geçip olup bitenlerin şeceresini tutuyor ve çıkarımlarıyla işçi sınıfının kendi kültürlerini oluşturmasını sağlıyor.
Irvine Welsh, kendi alt kültürlerini yaratan yeni işçi sınıfının yeni yazarı…

Hayatı seç.
Mesleğini seç.
Geleceğini seç.
Hayatı seç…


Yalın İnce