13 Ocak 2008 Pazar

Tom Robbins - Sihir ve Yağmur

SİHİR VE YAĞMUR

Sonbahar yağmurlarının yaklaşan kış soğuğunu kovduğu, yazdan kalma bir parça sıcak esintiyi çağırdığı yağmurlu bir Cihangir akşamı gezintiye çağırıyor duyguları. Sokaklarda kimselerin kalmadığı gecenin güne göz kırpmak üzere olduğu saatlerde yağmur damlaları duyguların çıplak bedenlerinde buharlaşıyor.
Apartmanların İtalyan stilli cepheleri ışığın ve gölgenin tuvali gibiler. Birbirlerine omuz vermiş evler ıslak ve çıplak duygular yürüdükçe ince jestler yaparak yer yer geri çekiliyorlar ve sürprizler yaratıyorlar. Martıların Kız kulesi şarkıları söyledikleri o yağmurlu ve ılık esintili gecede sokağın diğer ucundan kesik kesik duyulan balkan ezgili akordeon sesi yakalıyor başıboş gezen duyguları, bazen yükselen, bazen kaybolan ama hiçbir zaman net olarak işitilemeyen o ses bir bulup bir kaybettiğimiz mutluluğa benziyor. Yaşamın her anına gizlenmiş mutluluk kırıntıları o gece her yağmur damlasının içinde saklanıyor birer birer, çıplak bedenlerin sıcaklığıyla damlalar buharlaşıyor ve mutluluk teninize işliyor. Akordeon sesi bir artıp, bir kaybolurken hayali aşıklar köşe başlarında beliriyorlar. Özgür kalan hayal gücümüz bizimle eğleniyordur artık, mutluluk bizimle eğleniyordur, yağmur ve ılık esinti bizimle eğleniyordur. Hayat bizim eğlenemediğimiz, mutsuz olduğumuz her anın hesabını bizden böyle bir hayal yaratarak soruyordur. Islak dolaşmaktan üşümezseniz eğer yada bir kez olsun üşümeye pey vermezseniz köşe başlarında saklanan evsiz, barksız, yalnız duyguları görebilirsiniz. İnsanlar günlük hayat mücadelesinin yıpratıcılığını evlerinde dünyevi uğraşları ve hesaplarıyla onarırken farkında olmadan duygularının bir çoğunu da sokağa atarlar. Hele böylesine yağmurlu bir gecede iyice içine kapanan insanların terk ettiği sokaklar yalnız ve başıboş duyguların terk edilmiş kentleri gibidir. Köşe başlarına iyice bakarsanız görebilirsiniz belki de, kah yalnız başına ağlayan kah üçü beşi bir araya gelmiş ateş yakıp kafayı çeken, kah daha kalabalık kimsenin görmediği ve görmek için ruhuna dokunmadığı karnaval kutlayanları da vardır. Üşümeye biraz daha karşı koyabilirseniz yada tamamen aldırmazsanız, mitolojiden fırlamış, diyarlarından kovulmuş bir sürü tanrı ve krallar saydam hallerinden vücuda bürünürler. Işıklar hareketlenir, gölgeler çarpışır. Evlerin pencereleri göz olur bakışır, ağaçların dalları kol olur oynaşır. Kaldırımların taşları dil olur, konuşur. Duygular vücuda gelir insanlaşır, sizde hayal gücünüzü serbest bıraktığınızda olabilecek her şeyi özgürce yaşarsınız. Tom Robbins’in hikayelerinden birine dalıp çıkabilirsiniz, hatta isterseniz onunla konuşabilirsiniz bile. Her şeye rağmen mutluluk, her şeye rağmen özgürlük, her şeye rağmen hayal gücü diyorsanız eğer, sıradan yağmurlu bir gecenizi bile bomboş bir sokakta karnavallar kutlayarak geçirebilirsiniz.

Hayatı boyunca gözle görülmeyen ama istenildiğinde ruhların içinde yaratılabilen karnavalların içinde yüzüyordu Tom Robbins.Yazdıklarımı okuyanlar bir Fellini filmi izlemiş gibi olsunlar diyordu. Büyük bir yaşamsal güçle karşılaşmış, beklenmedik bir varoluşun içine çekilmiş, kendilerini uzun bir uykudan uyanmış gibi hissetmelerini istiyordu. Ama ne mutluluğa giden yolun tarifçisi ne de acı dolu bir hayatın güncesi olmak istiyordu. Sadece her şeye rağmen yaşamak hem de keyifle yaşamak istiyordu. 22 Temmuz 1936’da Kuzey Carolina’da doğmuştu. Annesi çocuklar için dinsel içerikli hikayeler yazan bir hemşireydi ve Robbins’ı küçük yaşlarından itibaren okumaya teşvik etmişti. 10 yaşındayken kız kardeşi öldü aynı yıl tanrı ikiz kız kardeşler verdi ona. 18 yaşına geldiğinde muhabirlik okumak üzere Virginia’da üniversiteye başvurdu ancak disiplinsiz davranışları okulda çok az bir zaman barınabilmesine sebep oldu. Bu ayrılığın ardından şair olma hevesiyle New York’a taşındı. Ordu yoklamasının yaptırımıyla Amerikan Hava Kuvvetlerine girdi. 3 yıl Kore’de askerlik yaptıktan sonra 1960 yılında Virginia’ya geri döndü. Şairlik hayalleri başka bahara kalmıştı. Richmond Enstitüsüne girdi ve orada sanat eğitimi aldı. Okulun kampus gazetesinin editörlüğünü yaptı. Mezun olduktan sonra Seattle’a uzak doğu kültürü üzerine master yapmak için gitti. 1960’larda Amerika ve savaş karşıtı hareketlerin içinde bizzat bulundu. Dönemin hippi hareketinin olmazsa olması asitle o yıllarda yoğun bir şekilde haşır neşirdi. Amerika yollarında hayali karakterler keşfetmek için otostopla yolculuk yapıyordu. Nasıl Kerouac yollarda hayatın anlamını arıyorsa Robbins’te fantastik karakterler yaratacak imgeler peşindeydi. Ulvi, ince ve özgür ruhlu bir yapıya sahipti. Fantezi dünyasıyla gerçek dünya arasında varolabilmek için yazıyordu, fantezilerini gerçek dünyaya sunuyordu. Bazen ucuz restoranlarda veya köhne barlarda oturur, herkesin gitmesini bekler ve mekan boşalınca yazmaya başlardı. Bazen de bir otel odasında yada evinde Frank Sinatra’dan başka bir şey dinlemez ve yine saatlerce yazardı. Gençlik yılları bohem denebilecek tarzda bir hayatın unsurlarıyla donanmıştı. Daha sonraları Uzak Doğu’ya olan ilgisi arttı. Panteizm, mistik Doğu dinleri ve Yeni Fizik gibi alternatif düşünceleri araştırdı, Uzak Doğu’ya gidip gelmeye başladı. Tokyo’yu sıklıkla ziyaret ediyor, doğu kültürünü yerinde inceliyordu. Hindistan, Tanzanya, Timbuktu, Meksika, Macaristan, Guatemala gibi farklı yerlere mitoloji araştırmacısı bir arkadaşıyla seyahatler yaptı. Bu bölgelerin inanışlarını, efsanelerini, mitlerini, totemlerini yani fantezi dünyasını besleyebileceği her türlü birikimi topladı. Hindu öğretisi Osho’dan etkilendi ve bu edinimler Robbins’in mitlerle oyuncak gibi oynayan eğlenceli ve fantastik bir yazar olmasına büyük katkı sağladı.
Yazarlığının ilk dönemlerinde uzun bir süre röportaj vermedi, hiçbir fotoğrafı yoktu. Kimse onun tam olarak kim olduğunu, nerde yaşadığını bilmiyordu. Salinger gibiydi, sürekli kaçıyor ve gizleniyordu. Kadın olduğunu düşünenlerden, Tibet’te bir dergahta yalnız başına yaşadığına inananlar bile olmuştu. Sonraları kendini açmaya karar verdi ve basında yer aldı. Tek istediği yazmak, kendi yolunda yürümek ve hayatın tadını çıkarmaktı aslında ama ne var ki popülarite ve medya dünyanın en güçlü iki figürü olduğunu her zaman ispatlamak zorundaydı. Yazarların hayatlarının bilinmemesinden yanaydı çünkü bunun okuyucunun konsantrasyonunu bozacağına inanıyordu. Eğer bir okur, yazarın hayatını bilirse yazarın kitabında anlattıklarından uzaklaşıyordu kendi fikrince. Robbins ne kadar gezip görmüş olsa da klasik edebiyatın disiplinli yazarları gibi kendini çok çalışmaya günde 9-10 saatin üstünde yazmaya zorluyordu. Gerçek hayal gücünün çalışmak ve hissetmekle açığa çıkabileceğine inanıyordu. Yetenek yaratılacak bir şey değil, keşfedilecek ve emek verilecek bir güçtü. En güzel oyuncağım sihir diyordu Robbins, sihrin komedisi ve çekiciliği…Duygularını sokaklarda bırakan ve her zaman mutsuzluktan ve aşksızlıktan yakınan insanlar gibi yapmıyor, mükemmel aşığı aramak yerine mükemmel aşkı yaratmaya çalışıyordu.
Aslında dünyada harikulade acayiplikte karmakarışık bir karnaval, gerçekler havada uçuşurken hiçbir şey inanılası gibi değil, düz değil, mimar Hundertwasser’in yapılarla ilgili işaret ettiği gibi her doksan derece zaman içinde yuvarlanır, her şey dik açıdan kaçma eğilimi gösterir. Insan doksan dereceyi icat etti, doğada onu bozmayı her daim becerdi. Hiçbir şey düz değil, eğik, bükük, bölük pörçük ama eğlenceli ve heyecan verici, çekici ve sıcak. Kesin diye bir şey yok, risksiz bir ortam veya güvenilirlik söz konusu değil. Görünenlerin arkalarına saklananların hiç biri görülür değil, herkesin ve her şeyin yüzünde karnavalımsı maskeler var, sadece çok azı biraz daha ince ve bazıları kaçarken köşe başlarında durup saklandıkları duvarların arkasından bir anlığına maskelerini indirip ruh perdelerini aralıyorlar bize. Bunun dışında her şey bir oyun ve pist alabildiğine bölük pörçük, tam değil, bütün değil, büyük ve parçalı. En mantıklı diye düşündüğümüz sözler yada fikirler bugüne kadar en çok duyduğumuz şeylerdir aslında. Zihin böyle bir besleme sistemi geliştirir. Unutmaya meyilli olsa da sıklıkla duyduğu şeyleri de bilinçsizce saklar. Yani yağmurlu bir Cihangir gecesinde bomboş sokaklarda masalsı bir karnaval yaşandığını duymak mantıklı gelmeyebilir ama sihrin, masalın ve hayal gücünün salıverildiği bir gecede Tom Robbins hikayelerinden birine şahit olunabilir.


YALIN İNCE

Hiç yorum yok: