KÜLTÜR SAVAŞLARI
Savaşlar…
Topla tüfekle yada kültürel
İnsanları ayırır.
Zamanın yaraları saramadığı tek yerdir savaşlar.
Bir amaç uğruna insanlar ölür, öldürür.
Yada insanlar yalnızlaşır ve umutsuzlaşır.
Özgürlük, bağımsızlık gibi kavramların anlamları ağırlaşır…
Bedelleri de…
Kazmalar bırakılır, silahlar kuşanılır.
Babalar ve oğullar dönmeyecekleri yollarla düşerler.
Aşklar bitmese de aşıklar ayrılır.
Bir kadın kocasını ölüm korkusuyla ve büyük bir sevgiyle beklerken hayatını bir insana adamanın, vücudunun ve ruhunun tüm bileşenleriyle birini sevmenin ne demek olduğunu anlar.
Bir erkek uğruna ölünecek bir davanın ne demek olduğunu öğrenir
Ve bir erkek en büyük cesaretine rağmen geriye dönememekten korkar.
Barışın değerini öğretir savaş.
Kültürel savaşlar ise,
öz kimliklerden, kökenlerden uzaklaştırır,
Kimliksizlik, kimlik karmaşası insanları kutuplaştırır.
Savaş insanoğlunun insanlıktan çıktığı anda başlar ve insan olmanın asıl erdem olduğunu eninde sonunda anlamasını sağlayacak yıkımları da yanında getirir.
Bazen ölümlerle,
Bazen toplumsal depresyonlarla,
Sevgisiz ve hoş görüsüz kitleler ve
Kayıp kuşaklar yaratarak..
Büyük bir savaş geçirmemiş ve bu büyük savaştan sonra savaş karşıtı olmamış hiçbir ulus insanlığın ebedi değerlerine vakıf olamaz.
Savaşlar insanları öldürür.
Ve insanlara öğretir.
Topla tüfekle yada kültürel
Sonuçta savaşlar insanları ayırır.
Ama her büyük mücadele kendi içinde yeni ve güçlü değerler de yaratır.
Bir ulus yapılanırken yada yok olurken içinden yazarlar çıkarır.
Karşıt, muhalif, aykırı, taraf, isyankar olanlar.
Doğrucu, dürüst, insancıl, barışçı olanlar.
Bazen de iki arada bir derede kalanlar…
Bir mücadele yandaşlarını arttırırken muhaliflerini de yaratır.
Bir fikir gibi, bir söylem gibi
Her hangi bir eylem gibi,
her etki karşısına bir tepkiyi alır.
Kavgalar, tartışmalar ve uzlaşmalar hep bir enerjinin, insani bir enerjinin yarattıklarıdır.
Özgürlük oldukça,
özgünlük oldukça insan
uzun yada kısa vadede,
zor yada kolay
tartışmayla yada uzlaşmayla
her türlü sorununu çözebilecektir.
Özgürlüğün peşinde, gerçeğin peşinde, eşitliğin peşinde yazarlar ölmeye, öldürülmeye de devam edecektir.
Söz uçup, yazı kalıyorsa eğer, ne olursa olsun, sözün bittiği yerde savaş olsa da, yazının olduğu yerde de asıl barış olacaktır.
Yazı tüm kültürlerin ortak bir platformda kesişebileceği, etkileşebileceği, zenginleşebileceği demokratik ve adil bir ortam yaratır.
Bilgi ve kültür, toplumları kendi değerlerine sahip çıkan ve gittikçe daha da özgünleşen kitleler haline getirmekle birlikte evrensel hoş görüyü de geliştirir.
Bunlar demode veya ütopik sözler değildir asla.
Bilen,
bilgiye kıymet veren,
kültürlerin öznelliğini koruyan
kültürlerin birbirlerini dejenere etmediği niyetlerle kesiştirebilenler dünyanın özgünlük ve etkileşim kavramlarıyla var olması gerektiğini görecektir.
İşte o zaman,
Savaşlara değil, anlaşmalara ihtiyaç duyulacaktır.
Tartışmadan sonra gelen kelime kavga değil uzlaşma olacaktır.
Kültürel ve toplumsal sömürünün yerini özgünlüğün korunması ve etkileşim alacaktır.
Ama almıyor,
Alamıyor,
Almamasının ağırlığı insanları bölüyor, ayırıyor.
İnsanlar iki arada bir derede kalıyor,
Yazarlarda…
Düşüncelerin farklılaşması bir zenginlik değil bir karmaşa olarak görülüyor.
Yeni dünya düzeninde toplu tüfekli savaşlar azalsa da kültürel ve etnik savaşlar artıyor.
İnceden,
Medya etkisiyle,
Televizyonla,
Sinemayla
Hatta edebiyatla bile…
Bu olacaktır, olmalıdır da belki.
Her türlü fikir ve eylem er geç vücut bulur.
Ama ekonomisi güçlü olanlar
Zayıf ekonomili ülkeleri para üzerinden ezmek ve sömürmekle yetinmiyor.
Kültürlerini de tahrip ediyor.
Fransa’da bir Cezayirli,
İsrail’de bir Filistinli
Amerika’da bir Iraklı
Ve İngiltere’de bir Pakistanlı
kolay hayat yaşamıyor.
Özgür ve mutlu olmanın bedellerini daha ağır ödüyor.
Çünkü savaşlar yakasını bırakmıyor insanoğlunun…
Eskiden top,tüfekti silah
Şimdi medya, televizyon
Pat diye ölemiyorsun, hemen öldürmüyor,
Görsel tecavüzlere uğruyorsun,
Yönlendiriliyorsun
Kimliksizleştiriliyorsun..
Tüketmeyi yaşamak sanıyorsun,sandırıyorlar çünkü…
Ve tüketiliyorsun sonunda
Tercihlerinin,tavrının,tutumunun,düşüncelerinin, kimliğinin, isteklerinin, beğenilerinin ve hayallerinin savunuculuğunu zar zor yapıyorsun.
Kültürel savaşın mahkumu oluyorsun.
İnanabiliyor musunuz?
Artık insanoğlu kültür ve savaş kelimelerini hiç düşünmeden ve büyük bir alışkanlıkla yan yana kullanabiliyor.
Kültürel savaşlar herhangi bir kültürü sağlıksızca yayarken diğerlerini de fütursuzca sömürüyor.
Olan yine arada kalanlara oluyor.
Etnik kökenler, özgün kültürler, azınlıklar kendi kültürlerini korumanın ve özgürce yaşamanın bedelini çok ağır ödüyorlar.
Kendilerini şanslı bile görebilirler aslında
Çünkü birde
Kendi kültürleri ve kültürlerini sömüren kültür arasında kalanlar var.
Yalpalayanlar…
Çok kültürlü olabilecekken
Yok kültürlü olanlar
Onların acıları,
Yalnızlıkları,
Kaybolmuşluklar,
Ait olamayışları
Kabul edilmeyişleri
Saygı görmeyişleri
Dejenere oluşları,
Mutsuzlukları
Özgürlük arayışları
Umutsuz savruluşları
Her daim yargılanışları
Hüküm giymeleri
Değersiz addedilmeleri
Azınlık kalmaları
Birbirlerinden bile uzak olmaları..
İngiltere’de bir Pakistanlı mesela
Tüm bunları derinden yaşayanlardan,
Ortada kalmanın, kararsız olmanın ne anlama geldiğini bilenlerden
Yıllarca savaşlarla kanayan bir ülkenin halkından olanlardan
Şimdi de
Kültürel savaşların hedefinde yine insanın olduğunu görenlerden
Ne oraya, ne de öbür tarafa ait hissetmemenin
Ne gidebilmenin ne de kalabilmenin acılarını yaşayanlardan
Yaşadıklarından beslenenlerden
Yazar olmaya karar verip gördüklerini anlatanlardan biri
İngiltere’de bir Pakistanlı
Savaşın artık kültürel platformlarda yapılmasının genç ve orta kuşağı nerelere sürüklediğini anlatan biri, onlardan biri olmaya yakın belki de onlardan biri
Kötü ruhlu bir kelime tamlamasının acısını çekenlerden…
Kültürel savaşın..
İngiltere’de bir Pakistanlı..
Yazarın adı;
Hanif Kureishi..
Kanlı savaşların topraklarından gelen Pakistanlı bir göçmen baba ve demokrasinin şaibeli beşiği olan ülkede yaşayan İngiliz bir kadının oğlu,
İlk elden ırkçılık ve kültürel yozlaşmanın içinde büyüyenlerden.
Önceleri Pakistan kökeninden kaçan,
Herkes gibi sıradan olmak isteyen.
Sonraları içinde bulunduğu durumu yazılarının dinamiklerine dönüştürebilen melez bir yazarın çelişkilerine, kararsızlıklarına, tarafsız durarak tanıklık ettiği ve anlattığı yaşamlara tarafsız olmayan bir bakışın içine giriyoruz şimdi.
İki kültürün arasında kurmaya çalıştığı melez bağlar neredeyse tüm çalışmalarında modern hayatın bireyselleştirdiği ve yalnızlaştırdığı insan modeli olarak ortaya çıktı çünkü tamda Kureishi’nin yaşadıklarıydı bunlar.
Babası Pakistan’dan İngiltere’ye göçmüştü, İngiliz bir kadına aşık oldu, evlendiler. Hanif Kureishi 1954’de doğdu.
Aidiyet duygusunun iki kültür arasında hırpalanmasına, seçimlerin ve yönelişlerin özgün olamayışına toplumsal baskının da eklenmesiyle kabuğunu kıramayan, içine kapanan, apolitik sanata yönelen, uyuşturucu bağımlılığının sıradanlaştığı, cinselliğin saman tadı verdiği modern kayıp kuşağın iki başlı kültür canavarının ense köküne oturarak yaşıyordu Hanif Kureishi.
Çocukluğu bir İngiliz gibi geçti. İngiliz kültürünün içinde büyütülüyordu. Yaşı büyüdükçe, gençliğin o sallantılı dönemlerine girdikçe kökenlerini fark etmeye başladı.
İngiltere’de Pakistan kökenli bir genç olarak dünyanın her hangi bir ülkesindeki herhangi bir etnik çatışmanın içinde kalan her hangi bir gençten farkı yoktu.
Gençliğin sorunları dünyanın her yerinde ortaktı çünkü;
Varolma, kendini var etme, kabul olma, kabul görme…
Kureishi kimliğinden kaçtı önceleri, snop tavırlı İngiliz yaşıtlarıyla bir dünya kurmaya çalıştı.
Lise yıllarında müzik dünyasının aykırılarından David Bowie’yle aynı sıraları paylaştı.
Üniversitede felsefe eğitimi alırken bir yandan da geçimini sağlamak için takma bir isimle pornografik hikayeler yazıyordu. Birçok televizyon kanalında program yazarı olarak çalıştı. Kısacası yazar olmak isteyen bir gencin ilk kitabını yazana dek yaptığı ama aslında yapmaya bayılmadığı onca işi yaptı. Asıl isteği kendi kitaplarını yazmaktı ve bir gün başladı.
Köklerinden kaçarak yaşadı bir zaman, İngiltere’nin kayıp gece yaşamında uyuşturucuyla haşır neşir oldu, seks, rock’n roll ve içeriksiz muhalifliğin kanatları altında uçtu. Ailesiyle ters düştü, özellikle de yazdıklarında onların hayatlarını deşifre ettiği zaman. Amerikan tarzı asi yaşamın İngiliz versiyonunu oynuyordu. Çok kadın, bol içki ve her türlü madde…. gelecek kaygısından uzaktı. Ama kökeni benliğini inceden kaplıyordu. Kendi çelişkileri ve dertleri göçmenlerinkilerle kesişiyordu. İngiliz televizyonlarına senaryolar yazdı, diziler kurguladı. London Kills Me adındaki uzun metrajlı filmini hem yazdı hem yönetti. Bir çok kişiyi öylesine etkiledi ki bu film, Trainspotting filminin yönetmeni Danny Boyle’u Kureishi’den aşırmakla suçladılar. Senaryolar yazmaya devam etti ,tabi kitaplarda. Kara Plak, Varoşların Budası…hepsi kendi hayatından modellediği göçmenlerin iki kültür arasında kalışlarını anlatıyordu. Ekümenik ödüller aldı. Pakistanlı kökenine uzak durmadıkça daha iyi yazabildiğini fark etti belki de. Özüne bayılmasan da yok saymamak gerekirdi çünkü. Hanif Kureishi için acılarının ve çelişkilerinin içinden çıkan bir yazar denilebilir. Kitaplarında karakterler yaratırken onları kendi yaşamından çıkarması bunu açıkça gösterir.
İngiltere’de ki göçmenlerin hayatlarından tarafsız kesitler alarak kültürel yozlaşmanın gölgesine ışık tutmaya çalıştı. Kayıp kuşağa birde iki kültür arasında kalanlar tarafından baktı.
Bir ülkede aykırı olmak zaten zor, bir de üstüne göçmenseniz yani göçmen bir aykırıysanız garip bir baskıyla tüm bakışlar üzerinizde yoğunlaşıyordu. Pakistan hükümetinin ve azınlıkların sözcülüğünü yapmayı reddetse de kitaplarında göçmenlerin yaşadığı kültürel sorunlar göz önüne çıkıyordu hep.
Irvine Welsh, 90’ lı yılların İngiltere’ sinde Kraliyet’ in arka bahçesi İskoçya gençliğinin işsizlik ve uyuşturucu batağı içinde nasıl bir suç makinesi haline dönüştürüldüğünü, uyuşturucunun özellikle kayıp genç kuşağın üzerinde yarattığı tükenmişlik etkisini, suçu teşvik edişini ,gerçek olayların merkezinden, gençlerin hayata bakışlarından yola çıkarak nasıl çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyorsa Hanif Kureishi’de İngiltere’deki göçmenlerin gangster ve uyuşturucu dünyası içinde bir de evsizlik sorununa yüklenerek samimi bir portresini ortaya çıkarıyordu.
1954 Londra doğumlu, oyun ve senaryo yazarı, film yapımcısı, romancı, öykücü
bu adam tüm çelişkilerini ve dertlerini taraf olmaktan uzak durarak aktarıyordu, tarafsızlığı sorunların çözümünü sağlamıyordu elbet, sağlayamazdı da ancak yazın hayatını politik söylemlerin keskinliğinden biraz daha uzakta konuşlandırmaya çalışıyordu. Irkçılık, milliyetçilik, göçmenlik ve cinsellik konularını objektif olarak anlatıyordu.
Kültürel savaşların toplumları kutuplaştırdığı, bireyleri iki arada bir derede bırakıp yabancılaştırdığı, herkesin yanlı olmaktan korkup tarafsızlaştığı, gittikçe hızlanan bir korku trenindeydi sanki. Toplu, tüfekli savaşların hükmünü kültürel savaşlara bıraktığı bir dünyada havayı solurken, özgür bir birey aynı zamanda toplumun bir parçası hem de farklılıklara saygı ve korumayla yaklaşan bir dünya vatandaşı olmaya tüm samimiyetimizle ihtiyacımız olduğu bir zaman dilimdeydi. Hanif Kureishi bu olgunluğa gelemeyen iradelerin, insanların hayatlarını nasıl da savurduklarını kendi hayatından ve gördüklerinden gerçek kesitler alarak sunuyordu.
Kültürel popülizmin eziciliği altında,şefkatsiz kalmış, kişisel dünyalarında kaybolmuş,umutsuzluklarıyla tükenmiş bir kuşağı ve marjinalliği değer yargılarını yok sayan bir yaşam tarzı olarak algılayanların hikayelerini taraf tutmadan anlatıyordu, ‘’zeitgeist’’ın, ‘’zamanın ruhu’’nun yorumsuz fotoğrafçılığını yapıyor, deklanşöre her bastığında vizörüne kendi parmak izini bulaştırmaktan bile sakınıyordu.
Yazının son kertede kesin bir bakış açısına ulaşmak zorunda olmadığını, böylece bir çok bakış açısının yakalanabileceğini ve farklı kimliklere bürünülebileceğini düşünüyordu. Hanif Kureishi’ye göre yazının en güzel tarafı buydu. Yani yazının tarafsızlığı. Pakistan asıllı İngiliz bir yazarın da tutumu da böyleydi.
Kureishi’nin doğrusu buydu,elbet doğru bildiğini yapacaktı, o tarafsız ve objektif olmayı tercih ettiğini söylüyordu ama sadece sorunu işaret edip, geride durmak çözüm sürecinin içinde bir işe yarıyor muydu acaba…
Hanif Kureishi,
İçeriği ne olursa olsun savaşların insanları ayırdığı,
Bedellerinin ölümden çok daha ağır olduğu bir zamanın yazarı…
YALIN İNCE
13 Ocak 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder