MUTSUZ ŞARKILAR
‘’İnsanlar mutsuzluk üzerine yazılmış şarkıları mutsuzluğu yaşamaya başladıklarından çok daha uzun zamandır dinliyorlar.’’
Mutsuzluğun ve depresyonun komedisini yaparken hedefsizlikle savrulanların hüzünlerini de anlatıyor Nick Hornby. Düzen içinde kaybolmuş, depresif ve bir o kadar da komik hayatları erkeklerin bakış açısından gündelik ve sıradan olaylar içerisinde sunuyor.
17 Nisan 1957’de İngiltere’de doğan Nick Hornby, Cambridge Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı okur ve İngilizce öğretmenliği yapar. Meraklısı olduğu magazin dergilerine yazmaya başlayan Hornby üniversite yıllarında da gelir amaçlı bazı televizyon kanallarına küçük oyunlar yazmaya devam eder. Bu dönem yazdıklarını hiçbir zaman iyi bulmayarak tam zamanlı yazabilmek adına üniversitede ki öğretmenlik görevinden ayrılır. The Sunday Times, Esquire, Vogue, Time Out gibi dünya çapında tanınan dergilerde müzik ve kitap eleştirmenliği yapar.
Aynı zamanda gerçek bir müzik ve futbol tutkunu olan Hornby, otobiyografik hikâyesinden oluşan ilk kitabı ‘’Fever Pitch’’(Futbol Ateşi)’ni 1992’de yazar.
İngiltere’de futbol fanatikleriyle birlikte edebiyat çevrelerince de beğeniyle karşılanan bu kitap hızla ünlenir ve 5 yıl sonra İngiltere’de, 2005’te de Amerika’da beyazperdeye uyarlanır.
Bu başarıyla birlikte Hornby tam zamanlı yazarlığa devam eder. Her sabah evinden çıkıp sokağının sonuna kadar yürür, köşeyi döndüğünde karşısında olan ofise girer, müzik listesini oluşturur ve arka arkaya durmadan sigara içer, kendisini çok sıkıntılı ve tedirgin hisseder. Böyle zamanlarda hiç beğenmeyeceği ve üstünde tekrar çalışmayacağı 2–3 satırdan fazlasını yazamaz. Sürekli ara verir ve postalarını kontrol eder, eğer onu tatmin edecek kadar fazla değillerse daha da kötü hisseder. Bu nevrozlarla zamanı öğleye taşır. Öğle yemeğine evine gider. Yemekten sonra 1993’te dünyaya gelen otistik oğlu Danny’yi okuldan alır ve akşamüstüne kadar tüm vaktini onunla geçirir. Günün sonunda tekrar ofisine döndüğünde kafasında belirmeye başlayanları kâğıda aktarır ve yazmaya koyulur. İşte Hornby sıradan bir günü böyle sıradan yaşayan bir yazar. Bu rutin, modern zamanlarda hangi işi yaparsa yapsın kısır döngünün içine hapsolmuş erkekleri iyi anlamasına sebep olur, onlardan biridir nihayetinde. Romanlarında ki erkek karakterlerin toplamı olduğunu açıklıkla ifade etmiştir de.
Oğlunun otistik olarak dünyaya gelmesi Hornby’i bu konuda daha geniş çapta bir çalışma yapmaya iter. Otistik çocuklar için kurulan bir derneğin yardımcı kurucusu olur. İçlerinde Irvine Welsh’in de bulunduğu 13 yazar tarafından yazılan
‘’Speaking With The Angels’’ isimli toplama hikâyelerden oluşan kitabın editörlüğünü üstlenerek gelirini bu derneğe yönlendirir.
Modern zaman ebeveynlerinin ancak zaman zaman böyle bir dünyada çocuk sahibi olmamak gerektiğini düşünecek kadar bilinçli olduklarını ve bunu çocuk sahibi olduktan sonra anladıklarını söyleyerek kendisinin de romanlarında anlattığı yaşamlardan çok farklısına sahip olmadığını ifade eder.
İyi bir insan olmak için ödenen bedellerini kişisel mutluluk ve tatmin duygularının önünde engel teşkil ettiğine inananların çoğunluğa ulaşır. İletişimin ve paylaşımın kurulması kolaylaşır modern zamanlarda ama içi boşalmaktadır artık. İnsanlar daha donanımlı ve daha yalnızdır. Dünyada ki en uzak mesafenin iki kafa arasındaki mesafe olduğu tekrar tekrar görülürken iyi ve mutlu insanın aynı bedende var olamayacağı mantıklı bir düşünce gibi görünmeye başlar. Modern zamanlar kadın ile erkeğin ilişkisini de hesaplara dayanan trajikomik bir hale sokar.
İşte bu sularda yüzer Nick Hornby. Yetişkin –modern- insanların, özellikle de erkeklerin hayatlarını eğlenceli ve vurucu bir biçimde ele alır, okura caka satmaktan ve bilgi gösterisi yapmaktan uzak durur. Erkeklerin bilinçaltlarını en sade ve sıradan günlük olaylarda ki basit kodlara dem vurarak yakalar.
Anlatısı, erkeklerin saplantıları, gözyaşları, hayal kırıklıkları ve zayıflıkları etrafında dolaşır. 30’lu yaşlardaki erkeklerin duygusal beklentilerini, cinsel maceralarını ve deneyimlerini, kendileri olgunlaşırken içlerinde saklı kalan ve şefkat bekleyen boynu bükük çocukları konu alan hikâyeleri romantizm ve cinsellik, idealistlik ve gelecek kaygısı, çekicilik ve yalnızlık korkusu arasında sıkışan, çoğunlukla da ilişkilerinde de başarısız olan erkeklere dayanır.
Bu erkeklerin ilişkilerin değil, onların kendi ilişkilerine olan bakış açılarına yoğunlaşır. 1995’te yayınlanan ‘’High Fidelity’’(Ölümüne Sadakat) kitabıyla da bu kaygılarını tatmin eder Hornby. Kitap 2000 yılında sinemaya uyarlanır ve plak dükkânı sahibi orta yaş bunalımlı Rob’u John Cusack canlandırır. Bu uyarlamanın ardından High Fidelity 2006 yılında da Brooklyn’de müzikal olarak oynanır.
Hornby’nin hayatında ve romanlarında müzik uzun soluklu ve etkileyici bir rol oynar.
‘’Marah’’ adında Amerikalı bir rock grubuyla turnelere çıkan Hornby grubun iki Philadelphia’lı elemanı Dave ve Serge Bielanko ile sıkı ahbaptır. Bu grupla birlikte Amerika ve Avrupa’da birçok konsere katılır. Bu turneler esnasında edindiği tecrübe ve müzikal bilgiyi romanlarında yarattığı ve aslında hepsinin toplamıyım dediği karakterler üzerinden paylaşır.
İnsan isimlerini sık sık unuttuğundan unutmaması gerektiğini düşündüklerine birer şarkı ismi verir.
Hornby, anlatılarını erkeklerin zihin okumalarıyla kursa da artık modern zamanlarda erkek ve kadının arasında düşünsel olarak büyük farklılıklar kalmadı. 100 yıl önce bir kadının zihnine girebilmek oldukça zordu, belirgin farklılıklar ve algılanamayacak keskinlikler vardı. Ama artık kadın ve erkek neredeyse aynı hayatı yaşıyor. Ortak beklentiler çukurunda, yan yana, sadece farklı fizyolojilerde var oluyorlar.
Birbirlerine daha yakın ama daha az muhtaç, daha anlayışlı görünen ama daha umursamaz ilişkiler gelişiyor.
Başarı ve mutsuzluk artıyor.
İçinde saf ölüm ya da sonucu kolaylıkla ölüme varacak şeylerden korkuluyor.
Şiddet, savaş, silah…
İçinde mutsuzluk olan ya da sonu üzüntüden ibaret olabilecek diğer hiçbir şey umursanmıyor bile.
Bedenin ölümü kalplerin parçalanmasından çok daha ön sıralardaki kaygılardan biri.
Nasıl yaşandığından çok nasıl ölüneceği daha tedirgin ediyor.
Kayıp, acı, hüzün, kırık kalpler ve hayaller, yaşanamamış aşklar ve ilişkilerle dolu bir hayat yeterince ürkütmüyor, ölüm her zaman ilgiyi üzerine çekmeyi beceriyor.
Paylaşımın sınırlarını erdemler değil kusurlar çiziyor.
Mutsuz ve hedefsiz yeni orta yaşlar yetişiyor.
Nick Hornby’nin dediği hafif bir rüzgar gibi esip gidiyor;
‘’ ‘’İnsanlar mutsuzluk üzerine yazılmış şarkıları mutsuzluğu yaşamaya başladıklarından çok daha uzun zamandır dinliyorlar.’’
Yalın İnce
13 Ocak 2008 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder