13 Ocak 2008 Pazar

Neal Cassady - Beat'lerin İlahı

YAŞAMAKTAN YAZMAYA VAKİT KALMADI

Meteliksiz alkolik bir babanın en küçük çocuğuydu Neal Cassady.
Babası ve dedesiyle aynı ismi paylaşıyordu. Dedesi de alkolün pençesinde zorlu yıllar geçiren bir adamdı ama dayanıklı sayılırdı. Babası ise sürekli içiyor ve zaten çok da fazla olmayan müşterileri gün be gün azalıyordu. Neal’ın babası Neal bir berberdi. İçkiye daha erken başlayabilmek için dükkanı öğlen saatlerinde kapatıyor, azalan işleri bahane ederek dükkanı ilk talibine satıyordu. Yıllar yılı üç kuruş biriktirerek açtığı onlarca berber dükkanını yok pahasına elinden kaçırmıştı ama yinede oğlu Neal’ı seviyor ve onu yanından ayırmıyordu. Küçük Neal’ın annesi bu duruma daha fazla dayanamadı ve Neal’ın babasından ayrıldı. Baba Neal, oğul Neal’ı yanına alarak Denver’ın arka sokaklarının yolunu tuttu. Sahip olduklarından daha zor ve yokluk içinde bir hayat onları bekliyordu.
Küçük Neal durumdan habersiz yeni yaşam alanlarını hayatın kendisi sanıyor ve tanımaya çalışıyordu. İzbe sokaklarda, evsizlerle, berduşlarla, hırsızlarla o kadar küçük yaşlarda düşüp kalkmaya başlamıştı ki, hayattan hiçbir beklentisi olmayan bu insanlar Neal’a baktıklarında kendi çocukluklarına doğru küçük yolculuklara çıkıyorlar, onu kendi çocukları yerine koyuyor ve kolluyorlardı.

Neal ve babası yıkılmak üzere olan köhne bir apartmanın ucuz yollu odalarından birini belinden aşağısını kaybetmiş eski bir askerle paylaşıyordu. Herkes son derece yoksul ve çaresizdi. Neal ve babası akşamları karınlarını doyurabilmek için sosyal hizmetlere muhtaçtı. Neal onlar gibi aç insanların oluşturduğu kuyruklarda saatlerce bekler, guruldayan karnını sıra mutfağa yaklaştıkça duyulan yemek kokularıyla zapt ederdi. Paslanmaz çelikten yapılmış masalara yine aynı malzemeden üretilmiş tabaklarını koyarken çıkan sesler orada yemek yiyen herkesin kalbine işleyen içinde birliktelik mesajları içeren duygulu bir müzik gibiydi. Öylesine kalabalıktı ki bırakın yemek yerken dirseklerin birbirine çarpmasını herkes kaşık tutmayan kolunu masanın altında tutmak zorunda kalırdı.
Neal küçük elleriyle içinde bir parça kişisellik barındırmayan koca metal kaşığı çorbasına sallarken çevresindeki insanların kaderlerinin nasıl olup da bu noktaya gelebildiğini düşünüyordu, yaşam denilen şey onu hayrete düşürmeye başlamıştı.

Yaşamak zorunda oldukları sefaletin içinde en azından huzurları vardı. Çünkü Neal’ın iki abisinin şiddet dolu tavırlarından uzaktılar. Neal ve babası, ayrılıktan sonra birkaç kez annesini ziyarete gitmişler, annesinin evinde Neal’ın iki abisiyle karşılaşmışlardı. İki abi, baba Neal’ı ağzı burnu kan içinde kalana dek dövüyor, ağızlarına geleni söylüyorlardı. Bu durum birkaç nahif niyetli ziyarette daha tekrarlanmıştı. Çocukların en küçüğü Neal babasını dövebilen abilerinden ölesiye korkuyor ve zaman zaman şiddete maruz kalıyordu ancak her seferinde babasını kanlar içinde görünce yediği yumrukların acısı bir anda siliniyordu.
Böyle zamanlarda küçük Neal’ın içi büyük bir kasvetle dolar, içindekileri bir nebze boşaltabilmek için şehir dışına kendi başına yürüyüşler yapardı. Şehrin yüksek ve ürkütücü beton viyadüklerinden birinin tepesine çıkar, bu devasa yapıyı insanların yapma amaçlarını düşünür ve korkutucu kemerlerin üstünde dolaşmayı göze alan biri var mıdır diye geçirirdi içinden.
Çocukluğu yoksulluk içinde, bilinç seviyesi neredeyse olmayan dağınık bir aile düzeninde, izbe yapıların ucuz odalarında, zaman zaman babasıyla yaptıkları yük vagonu yolculuklarıyla, 1930’ların köhne Amerikası’nda oradan oraya savrularak geçiyordu.
Neal yirmili yaşlarına gelince, babasıyla sürdürdüğü hayatı terk ederek kendi yolunda yürümeye karar verecekti. Yaşam tarzını değiştirmeyecek sadece yürüdüğü yolda yalnız olmayı seçecekti. Yine izbe bir sokakta, köhne bir apartmanın ucuz dairelerinde kalacaktı üstelik eskisinden daha da bozuk muhitlerdi bunlar.
Apartmanın bodrum katı yer altı amerikan film setlerini andırıyordu. Bitmek bilmeyen striptizler, kumar oyunları, yasadışı dövüşleri düzenleniyor, hesabı ödeyemeyenler insafsızca dövülüyor, kadınlar kumar masalarında satılıyordu.
Neal fakirliğin içine yasa dışılığın bulaştığı Amerikan getto yaşamının tam merkezinde, tüm pisliğine şahit olarak, kimi zamanda bulaşarak yaşamaya başladı.
Tam da bu sıyrık ve ölümle her an dirsek teması mesafede yaşadığı zamanlar kaderinin değişmesi için daha doğrusu bir çoğunun kaderini değiştirmesi için en uygun zemini hazırlıyordu. Neal, etrafında dönüp duran hayattan bir parça sıkılacak ve üniversiteye gitmeye karar verecekti. Columbia Üniversitesi 1946 yılında arızaların bir araya gelmesine ev sahipliği yapıyor, ilerleyen zamanda beat akımını oluşturacak sıyrıklar Ginsberg, Kerouac ve Neal Cassady’i bir araya getiriyordu.
Kısa zamanda sıkı ahbaplıklar kurulacak ve yeni bir hareketin dinamikleri oluşacaktı.

Neal diğerlerine nazaran hayatla daha yakın temaslar içerisindeydi, üniversitedeyken de eski hayat tarzından kopamayacaktı. Günü birlik işlerde çalışır, genelevlerin yollarını ezbere bilir, barlarda müdavimlik eder, içer, çeker, kafasına göre takılırdı. Çaldığı 500’e yakın arabayla sokaklarda fink atar, bazen bu çalıntı arabalarla küçük geziler yapar, hayali dünyaların iz sürücüsü olur, gelişigüzel yaşar, şiir gibi konuşur, bilinen yaşam kurallarının ne kadar zıddı varsa onların peşinden koşardı. Beat’ler onun bu doğal, başına buyruk, özgür ve içtenlik dolu tarzına hayran kalmışlardı. Bir şeyi beğenmiyorsan, eleştirmekle yetinmeyecek onun tam tersine bakacaktın. Neal’da tam olarak böyle yapıyordu. Durmak bilmeyen yolculukların iki kuralı vardı Neal için, birincisi yolda yürürken birinin seni alması için beklemektense hiç durmadan, gece gündüz gözetmeden devam etmekti, belli bir noktada beklemek ona göre değildi. İkincisi ise; Tanrı’ya güvenmek ve arabayla yapılan ve nereye gidildiği hiç de önemli olmayan bir yolculuğun en iyi yolculuk olduğuydu. Neal, beatlerin üzerinde büyük bir etki yaratmış, yaşam tarzı beatlerin ortak yaşam tarzı haline gelmeye başlamıştı.
Neal, Jack Kerouac’la birlikte ülkeye baştan sona dolaştıkları serseri bir geziye çıkmıştı. Yolculuktan dönünce Jack Kerouac bir otel odasına kapanmış ve iki haftada beat kuşağının meşhur kitabı ‘Yolda’yı yazmıştı. Bu kitabın baş karakteri ise Dean Moriarty adı altına gizlenen Neal Cassady’ydi
Ölümle burun buruna gelmekten çekinmeyen, yaşamın gizli tenine dokunan, her ne olursa olsun sonunda tükenileceğini bilen ama asla bir köşeye çekilip durmayan, kendini güvende hissedip çürümektense yola çıkıp gebermeyi göze alan özgür ruha sahip kendine has, başına buyruk biriydi Neal. Dönemin arızalar kervanına katılmış, hatta onlar tarafından ikon haline getirilmeye başlamıştı. Rahatsız sanatçılar topluluğu, beatler, kendinden sonraki kuşakları derinden etkiledi ve bir çok akımın doğmasını sağladı. Amerika’da ki bütün yer altı akımları, rock ve psikedelik müzik beatlerin tohumlarını içinde taşır. Beat cazdan, doğaçlama müzikten, dışavurumcu resimden, tinsel arayışlardan nasıl ilham aldıysa yer altına da böyle ilham vermiştir, isyan bayrağı hep açıktır. Bu isyan bayrağını en önlerde koşturan, beatlerin nezrinde yarı insan-yarı tanrı statüsüne taşınan idol de Neal Cassady’dir.

Aslına bakılırsa Neal diğer beatler gibi düzenli yazan biri değildi ama otobiyografik bir roman olan ‘’Üçün Biri’’ ni yazmıştır. Beat kuşağının çekirdeğini oluşturan yazarlar onun konuşurken ve mektuplarında kullandığı serbest ve akıcı üslubundan çok etkilenmişlerdir. Kerouac kitaplarında kullandığı doğaçlama nesir üslubunu onun yazdıklarından aldığını söyler. Neal Cassady, Jack Kerouac’ın Yolda romanıyla kültürel bir ikon haline dönüşmüştür.
İşsiz ve parasız, bardan bara, kentten kente, kadından kadına savrulan, bilinen yaşam çemberinin hep dışında, yaşama tüm kaslarıyla sarılan, yaşamaktan yazmaya zaman bulamayan, Kerouac’ın yedi kitabına baş karakterlik etmiş dahası Bukowski’nin, Ginsberg’in, Ken Kesey’in yazılarının kahramanı olmuş ve bir çok beat yazarın ilahı haline gelmiş gönlü serseri bir adamdı Neal Cassady.
Yaşamaktan yazmaya vakit bulamıyordu…

Yazdıklarını yaşarken bir kitap altında toplayamayanlara yada toplamayanlara yazar denebilir mi, yazılanların gösterilme veya sunulma zorunluluğu olabilir mi, üretilenler ancak başkalarına sunulabilecek bir formata sokulduğunda mı bir sıfat sahibi oluyorlar...
Yaşamı boyunca durmadan okumuş ve yazmış ama bunları kimseyle paylaşmamış birine yazar denebilir mi…
Yazarlar böyle koşullara tabi olabilir mi…
Juan Rulfo yok ettiği ilk ve son romanı gibi basılan tek romanını da yok etseydi bir yazar olamayacak mıydı…
Neal Cassady yazdıklarını yaşarken bir araya toplamadığı için bir yazar değil mi… Belki değil belki de öyle.
Hiç ama hiç umurunda olmadığını hissedebiliyorum.
Bir şeyi içten geldiği gibi ve hiçbir beklentiye kapılmadan yaptığınız da bunun kimse tarafından takdir edilmesini, yerilmesi hatta kabul edilip edilmemesini bile umursamazsınız.
Ama yinede yazma konusunda biraz disiplinli olabilseydi kolaylıkla beatlerin en tanınır yazarı olabilirdi. Her şeye rağmen o eline kağıt kalem almadan kitaplar ürettirebilen, 15 ayrı kitaba baş karakterlik etmiş ve hakkında 4 farklı film yapılmış beatlerin idolüydü. Neal Cassady, kendi otobiyografik romanı haricinde basılı başka çalışması olmayan ama beat yazarlarının kendi kitaplarında en fazla esinlendikleri hatta katıksız olarak anlattıkları biridir.
Kısacası, yazdığı tek bir kitabı olan bu adam, varlığıyla ve yaşam düsturuyla beatlerin varolmasındaki en büyük güç olmuş, stili ve etkisiyle onlarca kitap, şiir ve müziğin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Aslında bakılırsa Neal Cassady’nin hareketli ve akıcı bir üslubu vardır ama kendi zenginliğinin farkında olamayacak kadar zevk düşkünüdür. Nerde akşam orda sabah, farklı kadınlar, bolca içki, epeyce uyuşturucu vesaire.
Dağınık ve hercaidir, rüzgar nerden eserse oraya yelken açar.
Bazen doğru olanı bulmak için bilinen yollardan uzaklaşmak hatta bilinmeyene kendini bırakmak gerekir, bazen kontrolü kaybetmek iyidir.
Kontrol duygusu bizi var eden en güçlü yönlendiricilerden, ona sıkı sıkı bağlanıp çokta fazla sorgulamadığımız beklentilerimizi karşılamak adına çalışmaya başladığımızda istatistik olarak avantajlı sonuçlar alıyoruz. Kontrol işe yarıyor. Ondan sıyrılıp rüzgara yelken açtığımızda, pusula görevini de yüreğimize verdiğimizde vardığımız koylarda bulduğumuz kendimiz her seferinde başka biri oluyor. Kendi içimizde ki onlarca yeni insanla tanışıyoruz, kısa süreli de olsa tanıyoruz onları, heyecanlanıyoruz. Dünyada yeni bir yerde yeni bir insanla tanışmanın verdiği heyecana kaptırıyoruz kendimizi, saklı diğer bizleri tanırken.
Kontrole ihtiyacımız olmadığında bugün sahip olduğumuz bir çok şeye aslında ihtiyacımız olmadığını da fark edeceğiz. Malımız, mülkümüz olmayacak, elle tutulur bir başarımız yada geleceğe bakınca güvenebileceğimiz bir garantimiz de olmayacak. Meteliksiz ve bakımsız olacağız, kaybedecek ve kazanacak pek bir şey kalmayacak, hırslardan sıyrılacağız, dünyanın kendi etrafımızda dönmediğini ve sahildeki küçük bir kum tanesinden daha değerli olmadığımızı fark edeceğiz, işte o an, ciğerlerimiz yanacak, çünkü ilk defa gerçekten nefes aldığımızı hissedeceğiz, yaşamın ilk defa bu kadar kıyısında durabileceğiz ve dalgalar ayaklarımıza dolanmaya başladığında rüzgar nereye götürürse oraya gideceğiz.
Yaşamın bir yarış değil bir gezinti olduğunu anlayacak ve sahip olduğumuz tek şeyin avuçlarımızın arasından sızıp giden, içinde bulunduğumuz an olduğunu fark edeceğiz.
İşte o zaman yaşamaktan yazmaya vakit bulamayacağız.
John Lennon’ın da dediği gibi; ‘’Hayatın, biz yarın için endişelenirken, bugün başımızdan geçenler olduğunu göreceğiz.’’

Cassady günü birlik yaşamaya, sadece içinde olduğu anın hakkını vermeye çalışanlardandı. Doğruluğu, yanlışlığı tartışılır, sahip olduğu anları daha da keyifli hale getirebilmek için her türlü yolu denerdi. İçki, uyuşturucu, partiler ve zamansız, sınırsız yolculuklarla arası sıkı fıkıydı.
İçki ve uyuşturucuların eğlenceyi farklı boyutlara taşıdığı, zihinlerin kayıp zamanlarda eridiği, kontrol duygusunun tamamen yok olduğu bir parti gecesinde Neal kendinden geçtiğinde mekanı Meksika’ydı. Zihni bulanmaya başlamış, üst alemleri ziyaretler sıklaşmıştı. Ağırlaşan bedeni ve eriyen bilinci onu rahatsız etmiş, bir parça açılmak için evden uzaklaşarak bir gezintiye çıkmıştı. Gece karanlık ceketini sırtından attığında Neal evden 15 mil uzakta güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanmaktaydı fakat bu ışıkları göremedi. Çıktığı bu küçük yolculuğun tam ortasında kendisine otostop çeken ölümü kıramadı ve onu bünyesine bindirdi. 1968’de Meksika’da 43.doğum gününe 4 gün kala ve Kerouc’ın ölümünden bir yıl önce son kez ‘’yolda’’ydı. Beatlerin yarı tanrısı tarih olmuştu…



YALIN İNCE





Neal Cassady
Üçün Biri’ nden

Parantez Yayınları
Çeviren : Zeynep Akkuş

‘’Hatırlıyorum…
O Mayıs akşamında hiç olmadığım kadar düşünceli olduğumu hatırlıyorum. Belki de ilkbaharın o ilk sıcak gününün kış yüzünden uyuşan kanıma nüfuz etmesi sonucu, damarlarımda dolaşan sıvının incelerek yukarıya, son altı aydır donmamak için çareler üretmeye çalışmış olmanın gerginliği altında büzüşen beynime doğru gitmesi ve uzun zamandır ihtiyacım olan ince kanın daha yumuşak şeyler için duyduğum zayıf bir arzuyu harekete geçirmesiydi buna sebep, siz bu duruma nostaljide diyebilirsiniz, hatta ölüm ya da içime öyle doğduğunu…’’



‘’Oto-erotizm maceraları…
İlk otomobilimi 1940 yılında, 14 yaşındayken çalmıştım; ’47 yılında erkekliğe adımı atıp yüreğimi ağzıma getiren bu tür tehlikeli maceralara tövbe edinceye kadar elimden yasadışı yollardan 500 kadar araba geçmişti – bunların bazıları, otoparka bırakılan ve sahipleri dönünceye kadar binip gezdiğim, sonra yerine bıraktığım, bazıları görünüşünü değiştirerek bir süre elimde tuttuğum, bazıları ise gezdikten sonra oraya buraya çarpıp hurdahaş ettikten sonra bıraktığım arabalardı.
İnsan ilk defa araba çalınca – özellikle hemen çalıştırmayı beceremeyip zaman kaybettiği için paniğe kapıldığı sırada – daha önce hiç hissetmediği türden bir takım bakir duygulara kapılır, zihni yoğun bir tempoyla çalışmaya başlar, işte bu duygular beni çok heyecanlandırır.’’

Hiç yorum yok: