13 Ocak 2008 Pazar

Neyzen Tevfik - Hiç

HİÇİN PEŞİNDE

Yaşama ortalama bir bakışla elde edilen anılar cetvelinin hangi ucu insan ruhunun bilinmezliklerini, hayatın gizli kalmış, yaşanmamış ve görülmemiş taraflarını ölçebilir…
Bu yavan hesaptan ortaya çıkan, algıları ne kadar sorgulayabilir, ne kadar derinleştirebilir. Günlük yaşamın bezgin ritmini sindirenler, bir maceraya hangi hevesle atılabilirler. Elde edilecekler listeleri, son nefeslerinde bile bitmeyenler, dünyanın ruhuna incelik adına ne katabilirler.
Sıradana talim, karanlığa hakim bu düzene körü körüne bağlananlar özgürlüğün peşinden hangi ateşle koşabilirler. Yeterli bir birey gibi hissedebilmek için dünyevi silahlarla dört bir yanını kuşatmak için birbirini yiyen insanlar, dünyayı değiştirecek gücü hangi samimiyetle arayabilirler. Adına rekabet, kişisel donanım, gelecek garantisi, kariyer denen tüm ömür törpüleri, ruhları bedenlerden sökerken ve sıradan insanın tek porsiyonluk tutkuları daha da içeriksizleşirken, maddiyat tapınılası, uğrunda soysuzlaşılacak kadar bilinci büyüleyen kara bir delik haline gelmişken, toplum ahlaki çarpıklıklara ve siyasi yolsuzluklara direnç yaratacağına, oluşan karmaşada pundun peşinden koşup düzensizliğe prim verirken, din ve dil yobazların elinde her türlü manipülasyonu yapabilecekleri bir silah olmuşken, hangi üst bilinç, ayık kafa ve ileri görüş tüm bunlara karşı ömrünü helak ederek isyan edebilir…
Neyzen Tevfik…
Aklıyla gerçeği, kalbiyle aşkı arayan, mutlak özgürlüğün peşinden ruhunu dolduran isyankarlık ve insan sevgisiyle koşan, gündelik hayatın bozukluklarına, bayağılığına küfreden, adaletsizliğe öfke yağdıran, ruhunun göçmüş uçlarını aklından tahtalar sökerek gideren, hayat dolu nefesiyle neyde can bulmuş, meyde can vermiş sergüzeşt, berduş sanatkar, Neyzen Tevfik…

Devrinin en ünlü ney üstadı, kendinden sonraki ney sanatkarlarını derinden etkilemiş Neyzen Tevfik, 24 Mart 1879’ da Bodrum’ da doğdu. Küçük bir çocukken sahilden okula yaptığı yürüyüşlerde denizin dalgaları ruhuna öyle dokunuşlar yapacaktı ki, bu dokunuşlar ilerde Neyzen’ in neye dokunan parmaklarında ve üfleyen dudağında can bulacaklardı. Çocukluğunun geçtiği kasabanın kahvesi, babasıyla çıktığı yürüyüşlerin dinlenme ve dinleme noktasıydı. Kahvenin etrafında dervişlerin ne çaldığını sorduğunda, babasının dudağından damlayan ‘’ney evladım’’ cevabıyla Tevfik, neyzenliğe ilk adımın atmıştı.
Ege Denizi’ nin enginliği, Neyzen Tevfik’ in ruhunda özgürlüğe düşkünlük olarak vücud buldu ve onu bir ömür bu özgürlük uğrunda sanatkarlıktan derbederliğe uzanan geniş bir ruhani yolculuğa çıkardı. Neyle tanışıklığından sonra bu sesin güzelliğinin peşinden sürüklenişi ve hiçe varma yolculuğu başladı. Denizin ve neyin onu bu kadar derinden sarmasıyla birlikte, onu dehşete sürükleyen ve hayatında akıl tahtalarının bir bir eksilmesine öncülük edecek başka bir şey daha vardı. Kasabanın meydanından gelen çalgı seslerine çocukça bir heyecan ve hevesle ilgi gösterdiğinde yaklaşan kalabalığın ellerinde dönemin vatanhaini olarak görülen isyancılarının kesik başlarını görmesi ruhunun derinliklerine onu bir ömür rahat bırakmayacak bir sarsıntıyla yerleşti. Bu olayın etkileri tüm çocukluğu boyunca yakasını bırakmayacak, sara hastalığını ve yerli yersiz bayılmalarını tetikleyecekti. Neyzen Tevfik’ in ince ruhu derinden hasar görmüştü, babasının tüm isteğine rağmen tahsiline devam etmedi. Büyük aşkı neyinden uzak kalacağı hiçbir ortamı benimsemiyordu.

İzmir Mevlevihanesine girmesiyle sanatını daha geniş ortamlara yayabilmiş ve dönemin seçkin kişileriyle tanışmıştı. İstanbul’ a gidişi, ününün kısa zamanda artmasını sağlayacaktı. Zekası ve sevimliliğiyle, yara açmayan küfür ve hicivleriyle, büyüleyici neyiyle saraylarda aranılan ve sevilen biri haline gelecekti. Buna rağmen ruhu hala sıkılmakta ve aradığını tam olarak bulamamaktaydı. Dostları ve ahbapları arasında dönemin tanınır, ünlü kişileri olduğu gibi her türlü berduş da vardı. Kimi için uçlarda gezinmek gibi görünecek şeyler, Neyzen için hayatın doğal akışının sonuçlarıydı. Sarayların konforlu ve pahalı dünyasına sıklıkla girip çıksa da yinede hayatının en güzel ve mutlu zamanlarını hırsızlarla, ayyaşlarla, esrarkeşlerle geçirdiği zamanlar olarak görüyordu.
Neyzen içinden geldiği gibi, tüm otorite ve düzen koyucu güçlere muhalif, kuralları yıkıcı yaşadı. Doğanın düzenine bile isyan ettiği oldu, yerçekimine karşı koyabilmek adına ruhunu bedeninden sıyırmak için her türlü yolu denedi, bedellerin farkında olarak, bedellere rağmen. Çevresini ve benliğini saran tüm baskı unsurlarından ve bizzat kendi yapısının acı veren tesirinden sıyrılmak, özgürlüğe daha yaklaşmak için bu yolu açacağını düşündüğü herşeyi kullandı. İçki, esrar, afyon gibi bir üst ruh hali sağlayıcılarıyla çok merdivenler çıktı ve epeyce yükseldi.
Lafını hiç sakınmadı, İstanbul’ da düzen karşıtı sözleri sebebiyle defalarca sorgulandı, tutuklandı. Kurtulduğunda dönem arkadaşlarına zararı dokunur çekincesiyle kendini Galata ve Beyoğlu’ nun izbe sokaklarına savurdu. Çok geçmeden bu derbederliğe katlanamadı ve çareyi İstanbul’ dan ayrılmakta buldu.
1903 yılında İstanbul’ u terkedecekti. Yönetimin baskısına baş kaldırarak Mısır’ a kaçacaktı. Hala tam olarak neler yaptığı bilinmeyen esrarlarla dolu yedi yıl geçirecekti. Mısır’ da da İstanbul’ da olduğu gibi bazen saraylarda bazen kahvehanelerde, sokak aralarında meyini çekiyor ve içindeki tüm acıyı neyine üfleyerek kayboluyor, başka alemlere yükseliyordu. Mısır yıllarında da her zaman olduğu gibi parasızdı, dönüşünü bile zar zor gerçekleştirecekti. Nasıl olsa tanrı mekandan uzaktı, Neyzen’ de paradan.

İkinci Meşrutiyet’ in ilanıyla Mısır’ dan ayrıldı. Önce İzmir ardından da İstanbul’ a döndü. 1919’ da ‘’Hiç’’ i yayımladı. 1920’ lerde tımarhaneyle tanıştı. Bilinç düzeyi, her daim istediği koşulsuz boşvermişlik ve mutlak özgürlüğü kalbinde bir uhde olarak bırakıyordu. Bu bilinç ve hiçliğin arasında ruhunun çektiği acılar daha da katmerleniyordu. Herşeyden önce kendinden sıyrılmak için içiyordu ve üflüyordu. Bilincinin hayaliyle örtüşmemesinin verdiği ağırlık fazlalaştığında kendini tımarhaneye kapattıran bir deliydi o, yattığı hücrenin ona en çok yakışan, ruhuyla başbaşa kalmak imkanı veren yeryüzü cenneti olduğunu düşünecek bir veliydi.
Fani alemler kadar, ruhani alemlerde de dolaştı. Bedenini meyiyle demlerken, neyiyle ruhunu arındırıyordu. Akıl fazlalığıyla, ruhunun acısı arasında gitgeller de çok göçüşler yaşadı. 1940’ lı yıllarda Bakırköy Akıl Hastanesi’ nin 21 nolu koğuşu ona ayrılır, istediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar giderdi.
1949’ da ‘’ Azab-ı Mukaddes’’ yayınlandı. 1951 yılında ‘’Onu Affettim’’ adında bir filmde önemli bir rol aldı, ardından ‘’Ağlayan Şarkı’’ adında bir diğer filmde daha oynadı. Eğlendirdiği kadar anlaşılamayacağının bilinci onu daha da yalpalatıyordu ama bununla da kendini eğlendirmeyi beceriyordu.

Bir ömrü, başı-sonu belli olmayan bir sürüncemede düşünmeden, hissetmeden, sorgulamadan ve hesap sormadan geçirmek… Sınırı bilinmeyen meziyetlerle dolu ruhu, doğanın güzelliklerinden mahrum bırakmak… Işıksızlıktan yakınıp karanlıkta oturmak ve gözünün seçebildikleriyle yetinmek… Bu seçimden sonsuza kadar rahatsız olmak ama yine de garip bir kabullenmişlikle oluşmuş düzene karşı gelmemek… Ortalama bir bireyin tüm hayatı boyunca seçerek yada seçmeyerek, zorunluluktan yada herhangi başka bir sebepten yaptığı eylemsizlikler bütünü…Neyzen ise ömrünün hiçbir döneminde ortalama davranmadı ve bunlara karşı durdu. Farklılığı ve tabiatı itibariyle kişisel özelliklerinin yönelimi ve hayata karşı tutumu onu sıradan insanların avunduğu ‘’serüvenci’’ haline getirdi.

Neyzen Tevfik neyi dergahtan çıkartıp halkın ayağına götürdü, hiçbir siyaset adamının, toplum bilimcinin ve sanatçının yapamadığını ölümüyle yaptı. Devlet adamından, akademisyenine, bilim adamından edebiyatçısına, sarhoşundan, esrarkeşinden, serserisine hepsini buluşturmuş, omuz omuza yürütmüştü.
Bir kova suyu damla damla içsen de, bir kere de içsen de su biter diyordu. Hayatı ve tüm güzellikleri bir kerede kucaklayıverdi, meyiyle, neyiyle acısını damla damla süzdü ruhundan, bitiremeden gitti, inişli-çıkışlı, fırtınalı, benzeri olmayan, taklit edilemeyecek, serüvenlerle dolu yolculuğunu 28 Ocak 1953’ te noktaladı.

‘’ Uyuşmadı gönlüm merd ile zenle,
Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle,
Hicran köşesinde bozuk düzenle
Neyzen’ e her telden çaldırdın felek.’’

Hiç yorum yok: