13 Ocak 2008 Pazar

Charles Bukowski - Sek ve Buzsuz

SEK VE BUZSUZ

Alkolün hücrelerine işlemesiyle serbest kalan bar sinekleri içkiyle ıslanmış tezgahlardan insan tozları toplarlar. Köhne ,ucuz, barlar öyle yerler işte, insanlar eskir, çürür, tozlanır. Keskin amonyak kokusu bastırır anlık idealistliklerini. Bar sinekleri cenneti, her gece tekrar tekrar hazırlanır. Her kadehi bir şeyler değişsin diye yuvarlarsın, değişmediğini görünce de bir tane daha yuvarlarsın. Bazen rahatlamak, genellikle alışkanlıktan, kimi zaman yan taburede oturan kadına yaklaşmak için içersin. Asıl olan, içmek için aranan yol, bir sebep. Onu da bulamazsan zaten içersin.
Evin yolunu şaşırmak için içtiğin zamanlar bile olur, tramvayı kaçırmak için, sigara paketini bitirmek için, kaç kişinin bara girdiğini saymak için, zamana karşı da içersin, 12’ye kadar, 2’den sonra, zamanı durdurup da tüm değişkenleri istediğin gibi düzenlemek için de içersin, bu da zor bir iştir ki biraz sarhoş olmak gerekir.
Hayatın keskinliği içinde bedenine yetişemeyen ruhuna takviye olsun diye de içersin, yalnız olmadığında neşeden içersin, herkes gidip yalnız kaldığında kadehde de içkinin en sert kısmı kalır, şurup niyetine onu da içersin. Bir de içer-yazar sın. Bu ikisini bir hayli iyi yapan biri daha var.
Pop kültür ve starlık kavramlarıyla poposunu silen, bohem piyonlarının çok satan yazarı, ekzantrik ve argo, ucuz ve ahlaksız, vurdumduymaz ve alkolik, seksi bile yalnızlık gibi yaşayan, günlük intiharların girişimcisi, Charles Bukowski.

Bukowski, 1920’ de Almanya’ da dünyaya geldi. Babası Polonya kökenli Amerikalı, asker. Annesi Alman bir terziydi.
İlk hikayesi 24 yaşındayken yayınlandı. Basım süreçlerinde yaşadığı hayal kırıklıkları yüzünden 10 yıl yazmadı. Bu süre içinde Amerika’ nın içki bulabileceği dört bir yanını dolaştı. Ucuz oteller, genelevler, izbe barlar arasında kendisi gibi düşmeye direnç göstermeyen kadınlarla yaşadı. Hayatın yıpratıcılığına karşı koymayan kadınlara ilgi duydu hep. Kendinden bir parça buldu onlarda belki, belki mutsuz annesinin yerine koydu onları. Belki de bunları kafasına hiç takmadı. Kadın istiyordu ve karşısında bir kadın buluyordu. Satırlarını çalakalem oluşturduğu gibi yaklaşıyordu kadınlara. Çalakalem konuşuyor, çalakalem yaşıyor, çalakalem sevişiyordu. Sevişmenin prosedüründeki kölelikten nefret etti hep, güzel kadınlar bunu isterdi, peki ama düşmüş kadınlar... En iyi alkolle anlaştı bir tek, anlaşma gayet açık ve dürüsttü, üstelik hiçbir zaman aksaklık çıkmamıştı, 1955’te ülser yüzünden ölümden dönüşü hariç. Bunu, iki sıkı dostun arasındaki küçük bir sorun olarak gördü ki hastalıktan çıktığında anlaşmaya sadık kaldı.
1959’ da ilk şiir kitabını çıkardı. Daha önce 2,5 yıl çalıştığı postanedeki işine geri döndü ve çalışmaya devam etti, ta ki 1969’da bir yayınevinin ömür boyu aylık 100 dolar maaş teklifini kabul edene dek. Aç bir yazar olmayı yeğledi ve tüm zamanını yazmaya verdi. Yazıları 50’yi aşkın kitapta toplandı. Tom Waitz, Sean Pean gibi antistarların hayranlığını kazandı. Eserlerini konu alan ve hayatından kesitler sunan sinema filmleri yapıldı. Hollandalı piyanist Willem Van Ekeren, Bukowski’nin 13 şiirini, Bach’ ın 13 bestesiyle yorumladı ve Bach-Bukowski adında bir albüm yaptı. Yazına, sinemaya ve müziğe eser kaynağı oldu.
9 Mart 1994’de öldü. Mezar taşında ‘’Denemeyin’’ yazıyordu. Yapabilecekken denemeyin, sadece yapın.
Peki neydi Bokuwski’ yi bu kadar çekici kılan. Vurdumduymazlığı mı, boşvermişliği mi, jelatinsiz akıcı dili mi, yazılarının cinsel yoğunluğu mu.
Sıkı okurları bir parça Chinaski olmak istiyorlardı. Taşın altındaki solucan bile adamı eğlenceli bulurdu. Şamata, düz, hesapsız, kuralsızdı, üstüne üstlük keyfi de gayet iyi görünüyordu. Fransa’nın yenidalgacısı Godard bile onun özgünlüğüne hak vermiş olmalı ki, ortak bir gecede bütün zamanını Bukowski’yle konuşarak geçirmişti.Godard’ın fazla insanla konuşmadığı söyleniyordu. Bukowski’nin tek isteği ise içmek, yazmak ve sevişmekti.
Yerlebir olmaktan korkmadı ve neredeyse tüm hayatını tabana teğet yaşadı. Ruhunun derinliklerindeki kötülüğü ve iyiliği görüp ikisini de umursamadı. Yücelik ve otorite karşıtı ruhu onu bir yazar yaptı, hem de eğlenceli bir yazar. Fazlasıyla abartıldığı söylendi ama birşeye abartılıyor demek abartmaktır. İçmek, yazmak ve sevişmek kutsal üçlüsünün en iyilerindendi.
Yazar olmanın enfes bir kadınla sevişip üstüne para almak gibi bir şey olduğunu söylerken içmenin her gün tekrarlanabilen bir intihar şekli olduğunu düşünüyordu. Bu gitgelleri sırasında dünyanın, yazarların yokluğuna, kanalizasyonların yokluğundan daha çabuk alışacağını söyleyecek kadar içti.
Başarılı bir alkolikti. Eğer şanslı bir alkolikseniz içerken yanınızda bir kadın olur, eğer daha şanslı bir alkolikseniz yanınızda hiç bitmeyecek kadar içki olur. Bu duruma göre Bukowski en şanslı alkolikti. Böylece ucuz rüyayı gerçek etti.
Hayatında bir çok kadın oldu. Kadınlar ondan kolayca vazgeçemiyorlardı, çünkü kadınlar birşeyler almadan gitmezler ve Chinaski onlara hiçbirşey vermiyordu, hayatı mümkün olduğunca sek ve buzsuz içiyordu.

YALIN İNCE

Hiç yorum yok: